Uzun bir yürüyüş öyküsü...*

Kuvvet Lordoğlu

Bazı rastlantılar vardır. Öncesinde nereye evirileceği konusunda hiçbir bilginiz olmaz. Eski bir dostuma Boğaz yolculuğu sırasında rastladım. Aramızda ki son bağlantı dağlar üzerine kalınca, ilk sorum “ne zaman dağa gidiyoruz?” falan üstünden devam edince, tarih, program, kimler gidiyor ve zaman üstüne on dakikalık kısa bir konuşma, bu uzun yürüyüşün taslağını aniden karşıma koydu. Sonrası çok hızlı gelişti, yaklaşık bir ay sonra kendimi İstanbul Havalimanı’nda yola çıkacak dostlarla yemek yerken buldum.

Gece yarısını biraz geçe Katmandu’ya doğru kalkacak olan bir uçağı beklerken yolculuk çoğumuz için zaten başlamıştı.

Her yolculuk başlangıcında oluşan gerginlikler bu uzun yürüyüş öncesinde de yerini almıştı. O kadar çok şeyi bilmiyorduk ki daha önce Nepal denen çok az bilinen ülkeyi görenimiz olsa bile gidilen yer, alınacak malzemeler, rehberlerin durumu gibi birçok bilinmeyenle ayrı ayrı başa çıkmak oldukça meşakkatli bir sürece sizi de dahil eder. Nitekim öyle oldu. Uykusuzluk, yorgunluk filan demeden Katmandu’da pazar alışverişi başladı. Fiyatlar hemen çevrildi, kaotik Nepal pazarı ve dükkânlarının karanlık iç mekânlarında sadece güler yüzlü satıcılarla kıyasıya alışveriş yapıldı.

Yürüyüş süresinin başlangıç ve bitiş tarihinden başka bir bilginiz olmadığını ne yol hakkında ne çıkılacak yüksekliğin sizi etkilemesi hakkında sadece kulaktan dolma bilgilere sahipseniz, o esnada “macera başlıyor” bile deme şansınız olmayabilir. Kendinizi bırakır genel olarak yapılanları uzaktan izlemeye koyulursunuz. Sanki sizin dışınızda bir yolculuk var, siz geriden izliyormuşsunuz gibi bir atmosfere kapılırsınız. Bu konuda örnek çok fazla verilir, hava kapalı ve Katmandu –Lukla seferini yapacak iç uçak seferi yapılamıyor ise farklı seçenekleri size aktaran arkadaşınızı dinleyip ve çaresizce onaylarsınız. Ne gam? Bu noktada hiç helikoptere binmemiş de olsanız da hatta korksanız bile programın aksamaması için ret seçeneğiniz zaten yoktur. Sizinle birlikte eşyalarınız tartılır, kilo meselesi üzerine mavralar gırla gider.

Bulunduğunuz yer küçük bir pilot kabini ve yanınızda pilot birçok işlevi olan aletleri kullanırken, göz ucu ile ani yükselişinizi izliyorsunuz. Sanki bir drone’a binmiş yükseliyorsunuz gibi bir his kaplar yüzünüzü biraz endişeli olsanız da belli etmezsiniz. İnsanlar, ağaçlar ve evler birden küçülüyor. Bir dürbüne tersinden bakıyor gibi düşünebilirsiniz. Motor uğultusu içinde dağların arasından geçiyorsunuz. Sanki bir oyuncak havalanmış ve siz içindesiniz. Orada artık Gulliver’in ülkesindeki küçük adamlarsınız. Altınızda yer küre yükselirken siz biraz daha yukarılara çıkıyorsunuz.

Yukarıda hava kötü olsa gerek ki iki zorunlu iniş bir kalkış Lukla Havaalanı karşınızda. Dünyanın galiba düz olmayan dağa doğru eğimli tek pisti. Yamaç paraşütü yapanların bildiği gibi arkanızda paraşüt yavaşça havalanırken yokuş aşağı koşup kendinizi boşluğa bırakırsınız. Aynı sistem 18 kişilik çek yapımı (çeska) uçaklar içinde geçerli olmuş. Ama bu sefer yokuş aşağı koşan on sekiz yolcu paraşüt yerine koca bir uçakla uçuruma atlıyorsunuz(!). Aradaki farkın çok minimal düzeyde kaldığını tahmin etmişinizdir. Boşluğa atlayanlar bilir, içiniz bir garip biçimde çekilir.

Muhtemelen her yolculuğun yolcusunu şaşırtan sıra dışı öyküleri vardır. Bunların bazıları kişisel özellikler taşısa bile hepimizi bir ölçüde hayrete düşüren unsurlardan biri de yükseklik olgusunun bizler gibi deniz kıyısı ülkelerden gelen insanları hızla çarpar. Baş ağrısı ile başlayan sızılar mide bulantısı ve ödeme kadar giden sorunları karşımıza çıkartır. Buranın insanları bu tür duygulara yabancı olması doğal. Ancak şaşırtıcı olgu kiloları 50 kiloyu geçmeyen bu kısa boylu esmer tenli kısmen çekik gözlü ve güler yüzlü Nepalli taşıyıcıların kendi ağırlıklarına eşit olabilecek yüklerini tek başlarına farklı irtifalara taşıması oldu. Bu adamların her biri top mermisi taşıyan Seyit Rıza gücünde olduğuna sessizce tanık olduk. Üstelik savaşmıyorlardı. Bu gücün kaynağını sadece alışmak gibi kelime ile açıklamanın mümkün olduğunu sanmıyorum. Alışmak belki sadece yetersiz oksijenle bu coğrafyada hareket edebilmeyi kısmen açıklar, ancak ağırlığın hissedilmesini açıklamaktan uzak kaldığını düşünüyorum.

Yolculuk bildiğiniz gibi hedeflenmiş ve belirli bir hedefe yönelmiş bir program sayesinde ilerlerken, yemek, yatacak yer, içecekler konusunda çok fazla bir titizlik içine giremezsiniz. Asgari düzeyde bir konfor bu yüksekliğe gelen insanlara beklentisini çoğu kez karşılamaktadır. Ancak şaşırtma galiba Nepal turizminin yeni mottosu olsa gerek, çünkü 5200 metredeki Mera Peak ana kampında karşınıza dört sayfalık bir menü gelmektedir. Üstelik gürül gürül yanan bir sobanın gerisinde oturup, WiFi kanalı ile dünya ile haberleşme yaparken bunu sağlayabiliyorsunuz. Çok fazla müşkülpesent değilseniz ve bunlar da sizi şaşırtmaz ise yatağınızın altında elektrikli battaniye var, kullanabilirsiniz.

Haberin yalancısıyım, Everest’e çıkmak için gelen zengin müşterilere çadır da sunulan birçok hizmetin yanı sıra TV hizmeti bile sunulduğunu okumuştum abartılı bir haber sanmıştım. Paranın yani kapitalizmin gücünün dokunmadığı yer kalmadığı bu ücra ana kampta bir kez daha tanık olduk.

Yürüyüşün uzun olması çok göreli bir kavram olmasına rağmen okuyucuya fikir vermesi için toplam 18 günlük sürenin 15 günün yürüyüşte geçtiğini, her gün ortalama olarak altı–altı buçuk saat yüründüğünü, iki kamp yerinde yüksekliğe alışmak için (4800 ve 5200 metrelerde) birer gün fazladan kalındığını, buz ve karın başladığı yerlerde plastik dağ ayakkabısı ve krampon takıldığını eklemeliyim.

İtiraf etmek gerekir, zirve çıkışının yapılacağı gün en uzun gün olarak kişisel tarihinize geçmiştir. Sabaha karşı saat 01.30’dan itibaren şiddetli rüzgâr altında sıcak uyku tulumu içinden çıkma düşüncesi ile vazgeçmek arasında gidip gelirsiniz. Rehberin “bu havada çıkılmaz bir gün erteleyelim” demesini bekler bir havada etrafı dinlersiniz.

Kafa lambalarının sarı ışığında rehberinizi izlediğiniz zaman yola çıkılmış olduğunun farkına varırsınız. Uzun yol yürürken tırmanıyorsanız nefesinizin sizi ancak otuz kırk adım attırdığınızı sayarak anlarsınız. İrtifa arttıkça adım sayılarınız on kadar düşer. Günün aydınlanmaya başlaması ile gözleriniz zirveyi arar. “Neredeyim daha ne kadar kaldı?” sorularınızı rehberiniz üşenmeden yanıt verir. Bu arada sayınızın azalması bazen moral bozukluğu, bazen sizi hedefe yaklaştıran bir itki olur. Hedef orada ancak üstü örtülü Buz çatlakları tam bir tuzak olduğunu anımsatmak gerekir. Bağlanmadan geçmek nerede ise olanaksız.

Dönüş yolu zirveden hemen sonra başlar, en uzun gün akşamüzeri ana kampa dönerken yorgun ve bitkin önce dönenlerin sizi ellerinde kola ile karşılaması ile bittiğini anlarsınız.

On iki günlük uzun yürüyüş sona ermiştir. Geriye Katmandu’ya sadece üç gün kalmıştır.

Kendinizle sadece kendi bedeninizle olan bir hesaplaşma zirve olmasa bile dağda olmanın mutluluğu daha uzun süre sizin kentin olumsuzluklarından fazlası ile koruyacaktır.

(*) Bu uzun yürüyüş 21 Mart - 6 Nisan arasında rehberimiz Tunç Fındık ile gerçekleştirilen 6456 metrelik Mera-Peak (Nepal) dağı tırmanışı sırasında sekiz kişi ile gerçekleştirilen bir faaliyetin notlarıdır.