Ortaçağ resim ve gravürlerinde ya da hikâyesi ortaçağda geçen film ve dizilerde sıkça görülen uzun ve ince burunlu tuhaf ayakkabıları bilirsiniz. İlk kez 1340’ta Polonya’da görüldüğü için ‘Poulaine’ denilen bu ayakkabılar, 1463’te İngiltere Kralı 4. Edward tarafından yasaklanıncaya dek tüm Avrupa’da kullanılan bir ‘güçlü erkek’ aksesuarıydı. Bugün sanırım sadece Meksikalı müzisyen ve gösteri sanatçıları giyiyor.

Başlangıçta yalnızca asillerin kullandığı, sonradan saray hizmetkârları ve soytarılarda da görülmeye başlanan bu ayakkabılar aslında epey çirkin bir görünüme sahip. Parmak uçlarından itibaren 15-20 santimetreye kadar uzayabilen burun kısmının tüm ilgiyi çekecek biçimde dik durması için yosun veya yün gibi malzemelerle doldurulan bu ayakkabılar, 200 yıl boyunca bariz biçimde fallik bir gösteri ve gösteriş nesnesi olarak sunuldu.

İngiltere’nin en ünlü ayakkabı tarihçisi Rebecca Shawcross ve müze yöneticisi Jackie Keily, bu ayakkabıların kara vebadan (1346-1353) sonra büyük bir hızla yaygınlaşmasına dikkat çekiyorlar. Avrupa nüfusunun yarısını yok eden, evlerin ve arazilerin alışılmadık biçimde ıssızlaşmasına yol açan bu dehşetli salgından sonra, sanki hayatta kalmayı başardıklarını, hatta daha zengin ve güçlü olduklarını göstermek isteyen asiller arasında bir ‘poulaine’ çılgınlığı başlıyor.

Bugün olsa Instagram’da paylaşacakları fotoğraflarla gösterecekleri güç ve ihtişamı, kitle iletişiminin ulak ve tellallardan ibaret olduğu bir dönemde uzun burunlu ayakkabılarla göstermeye çalışmaları epey mantıklı aslında. Ama İstanbul’un kaybı (Bizans’ın yıkılışı) başta olmak üzere, İngiltere-İskoçya Savaşı ve coğrafi keşifler gibi feodalizmin gücünü yitirmeye başladığını hissettiren tarihsel olaylar bu abartının anlamsızlığını iyice görünür hâle getirmiş olmalı ki, 1463’te çıkarılan kanunla hem ‘poulaine’ ve benzeri abartılı giyim eşyası yasaklandı, hem de ayakkabı üreticilerinin uyması gereken kurallar belirlendi: “Londra kentinde ve bu kentin 3 mil (yaklaşık 5 km.) dışına kadarki alanda üretim yapan kunduracılar, imtiyazlı olsun ya da olmasın, bu yılın Paskalya Bayramı’ndan itibaren ayakkabı, çizme, galoşlarda ayak parmaklarını 2 inç (yaklaşık 5 cm.) geçen burunlar yapmayacaktır. Yapanların cezası yetkililer tarafından verilecektir.”

Lakin bu fallik gösterinin şehveti kolay dinmemiş olsa gerek, cezalar daha sert biçimde vurgulanarak, 1477 ve 1483’te ilan edilen tüketim yasalarında da (sumptuary legislation) aynı madde yer aldı. Yine de asil, zengin, güçlü adamların fallik ayakkabı ısrarının tüm Avrupa’da ortadan kalkması süreci epey uzadı. Nihayet Sanayi Devrimi’yle birlikte bu çirkin ayakkabılar sadece müzelerin, gösteri sanatlarının ve okumakta olduğunuz türde yazıların nesnesi olmak üzere tarihe gömüldü.

‘Poluaine’ gitti ama temel olgu öylece kaldı; uzun burunlu ayakkabının yerinde bugün lüks arabalar, rezidanslar, marka ayakkabı ve kıyafetler var.

***

1. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan ilginç ‘aşırılıklar çağı’nı 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Marshall Planı’yla yürürlüğe sokulan ve hâlâ etkisinde olduğumuz ‘refah yanılsamalı tüketim çılgınlığı’nı da uzun burunlu ayakkabı örneğine benzer bir post-travmatik tepki kuramıyla tartışmak mümkün sanırım: İnsanlar yaşadıklarını, “yıkılmadıklarını, ayakta olduklarını” nesneler ve mülkiyet ilişkileri üzerinden göstermeye çalışıyor.

Bu basitçe bireysel düzeyde yaşansa sıkıntı olmazdı, en fazla güler geçerdik. Ama kamusal alanın, iktidar ilişkilerinin bu şekilde kuruluyor olması, ’itibar’ın şatafatla ya da fallik gösterenlerle eş anlamlı olduğunu sananların bizim hayatlarımız hakkında söz sahibi olması çok fena bir şey! Bizim de yaşamadığımız nasıl bir kıtlıktan çıkmış olmalılar ki her şeyleri uzun burunlu?