Konuyu incelerken en fazla yaşayan ya da yaşamış kişinin kim olduğunu merak ettim. Ülkemizde en uzun yaşayan kişiyi New York Times’ta 30 Haziran 1934 yılında yayımlanan bir köşe yazısından öğrendim.

Uzun yaşamın sırrı

Sine Aras Akten

Hastalarımın 100 yaşını aşanlarına özel bir ilgi geliştirdiğim doğrudur. Ziyaretlerin sonlarında onların bu yaşa kadar yasayabilmelerini sağlayan ek bir veri kapabilir miyim diye sorduğum klasik bir sorudur:“ Söyleyin bakalım bize, bu işin sırrı nedir?”

Cevapları bir deftere yazıyorum. Bazısı ruhsal olarak bazısı da fiziki olarak oldukça yararlı bilgiler veriyor. Mesela Morris adında bir hasta “Yaratan ne sunduysa onu yedim, ne verdiyse onu çektim!” demişti. Olandan fazlasına tamah etmemek. Olan kadarına da razı gelebilmek. Yediğinin aşırı olmadığını söyleyenler, uykusundan taviz vermediğini anlatanlar, annesinin de uzun yaşadığını bu nedenle kendisinin de o geni aldığına inananlar da var… Bu grup içinde en ilginç olanı yaşının daha o kadar da yaşlı olmadığının altını çizenlerdir. Onlar tahminim ölene kadar genç kalan dimağlardı. Yani yaşlanmanın kendisini reddedenler…


Yüzyılı deviren manasına gelen bu gruba gerontolojide centenarian deniyor. 115 yaşına kadar yaşayanlara da supercentenarian… Oldukça az kişi bu yaşa ulaşabilir gibi gelse de, günümüz teknolojisi ve sağlık hizmetleri ile dünya nüfusu yaşlanabiliyor. Ülkemizde 2021’de 100 yaşına kadar gelebilen kişi sayısı, raporlanana göre 5 bin 780 ve her 100 bin kişiden ortalama 7 kişi bu yaşlara kadar gelebiliyor. Japonya da 2050 yılına kadar bu grubun 272 bine ulaşacağını tahmin ediyorlar. 2050’ye kadar 60 yaş ve üzeri insan popülasyonun yüzde 22 artacağı öngörülmekte. Kısaca dünyaca yaşlanıyoruz. Bu nedenle yaşlıların incelendiği yaşlılık bilimine olan ihtiyaç bu rakamlarla daha belirginleşiyor. Yaşlanma fizyolojisini genel hatları ile inceleyen tıp dalına gerontoloji deniyor. İlk olarak 1903 yılında, Ukrayna kökenli bir Yahudi ve Nobel ödülüne layık görülen bir bilim insanı olan Rus Zoolog Ilya Ilyich Meckniyov tarafından ortaya atılmıştır. Eski Yunanca yaşlı erkek manasına gelen “geron” ile çalışma manasına gelen “logia” kelimeleri birleştirilerek gerontoloji kelimesi meydana getiriliyor ve yine bununla ilişkili olarak Eski Yunanca “geron ve iatros” kelimeleri bir araya getirilerek geriatric yani yaşlı bakımı kelimesi oluşturuluyor.

Yüzyıllar içinde hayatta kalma yaşı, kontrol edebilen çevresel koşullar ve enfeksiyonlarla artmıştır; yaşlı sayısı arttıkça konu bir anabilim dalı olarak incelenmeye başlanmıştır. Kendisi de 102 yaşına kadar yasayan kimyacı Michel Euegene Cheulveur, yaşlanmanın fizyolojisine yönelik deneyler yapan ve yöntemler uygulayan ilk bilim insanlarındandır. Daha sonra, 1940’lardan itibaren bu alan James Birren ile anabilim dalı özelliğini kazanmıştır.

Peki, neden bazılarımız bu yaşlara ulaşabiliyor? Ya da bu yaslara ulaşabilmenin bir sırrı var mı?. Özellikle 100 yaşına gelebilmiş yaşlı hastaların fizyolojisini değerlendiren deneyler ile bir takım öngörüler kazanılmaya çalışılmıştır. Örneğin A ve E vitamininin faydalarına odaklanılmıştır. Bu grubun besin tüketimleri incelenmiştir. Arada bir ilişki kuran çalışmalar olduğu gibi ilgi kuramayan çalışmalar da vardır. Yapılan bir diğer dikkat çekici araştırma ise Polonyalı 100 yaş üzeri kadınların incelendiği çalışmadır. Bu çalışmada katılımcılı olan yaşlı kadınların glutatyon reduktaz ve katalaz aktivitelerinin oldukça fazla olduğu gözlenmiştir. Bu enzimler DNA tamirinde görev yapan, inflamasyonda yer alan enzimlerdir. Bu grupta gözlemledikleri enzimlerin girdikleri faaliyetlerin uzun yaşama etkisi olabileceği ortaya atılmıştır. Aynı şekilde hücre ici DNA tamirinde görevli enzimlerin bu gruplarda daha beklenilenin aksine oldukça aktif kalabildiği gösterilmiştir. 100 yaşını geçen insanların çocuklarına B (İmmün Hücre) hücrelerini aktarabildiklerini de gözlemlemişlerdir. Yani bağışıklık sisteminin yabancı tanıyan hafıza hücrelerinin genetik olarak taşınabildiği gözlemlenmiştir. Yani anne babası uzun yaşayanların daha uzun yaşamaları söz konusu olabilir. Aynı şekilde gen olarak, FOXO3 adli genin uzun yaşayan grupta aktif bir şekilde ozotof etki yaptığı da deneyler ardından yayımlanmıştır. Japonların uzun yaşadığı bilindik bir fenomendir. Bu konuda “Japon Çalışması” adlı büyük bir çalışma da mevcuttur. Çalışmadan elde edilen çıkarımlar yakın zamanda birçok dergide veya kitapta yayımlanmıştır. Japonların 100’ü görmüş olanları incelendiğinde 5 çıkarımda bulunulmuş ve iki bölgeye odaklanılmıştır:

•Beslenme daha çok tahıl, balık ve sebze ağırlıklıdır—et/yumurta/hayvan ürünleri kullanılmamaktadır.
•Daha az stresli yaşamları vardır. Stres ile başa çıkma yöntemleri erken yaşta geliştirmişlerdir.
•Yaşlılarla ilgilenilmektedir.
•Hareketlilerdir.
•Ruhsal yönlerinin gelişimine zaman ayırmaktadırlar.

Yapılan diğer araştırmalarda, uzun yaşayan bu grubun organ yaşlar üzerinedir. Cerebellum, yani beyincik bu grupta en genç kalabilen organdır. Denge ve fonksiyon geçiş yeri olan bu bölüm diğer organların ortalama 15 yaş altında bir yaşlanma özelliği göstermektedir. DNA metilasyonu tespiti sayesinde kimlikteki yaşınız ile beden yaşınız arasındaki fark ortaya çıkarılabiliyor. Epigenetik saatiniz ya da epigenetik yaşınız bu şekilde belirleniyor.100’ü aşan bu grubun organlarının yaşlanma hızı kendilerinden daha genç yaştakilere denk. Yani gen olarak da genç kalabiliyorlar.

Konuyu incelerken en fazla yaşayan ya da yaşamış kişinin kim olduğunu merak ettim. Ülkemizde en uzun yaşayan kişiyi New York Times’da 30 Haziran 1934 yılında yayımlanan bir köşe yazısından öğrendim. Namı diğer Zaro Ağa. Haber Zaro Ağa’nın ölümü üzerine Almanların otopsi raporunu sunacağını ve Zaro Ağa’nın gerçek yaşı üzerine olan mistik bilinmezliğin ortadan kalkacağıyla alakalıydı. Kimdi bu adam? 1764 yılında Diyarbakır civarında doğmuş bir Kürt’tü ve 29 Haziran 1934’de İstanbul’da ölmüştü. Ülkede yaşayan veya dünyada yaşayan en uzun kişi olarak kayıtlara geçmişti. Duruma göre 164 yıl yaşadığı iddia edilmişti. Napolyon ile tanışmış, birçok ülke gezmişti ve anlatılan öteki hikâyeleri bir araya getirdiğimde karşımda muazzam uzun sürmüş bir yaşam vardı. Üzerine sınırlı sayıda araştırma yapılmıştı. 2014 yılında Ali Yavuz Karahan’ın referans olarak yaptığı incelemeye göre, 13 kez evlenmişti, 25 çocuğu ve 34 torunu varmış. Yapılan otopsi raporuna göre 1 metre 68 santim boyundaydı, 58 kiloydu ve beyin ağırlığı ise 1340 gramdı. Guinness Rekorları’na göre en uzun yaşayan kişi kadınlardan, 122 yıl 164 gün ile Fransa’dan Louise Calmer, erkeklerden ise 114 yıl 252 gün ile Danimarka’dan Kristian Ferdinand Mortesssen’dir. Antonio Todde 2002 yılında 112 yıl 347 gün ile bu rekoru kırmıştır. Ya Zaro Ağa? Eğer verileri doğruysa rekorların daha üzerinde bir yaş ortalaması var… Fakat tescillenmemiş… En son çocuğunun 90 yaşında olması 1934 yılı itibariyle en azından 130 yaşına kadar yaşadığının göstergesi olsa da belgelenmemiş!

Yaşlanma fizyolojisi ülkelerin bu konuya bakışı ve günümüz tıbbi ve salgın sonrasında özellikle incelenmesi gerekecek bir konu. Yaşlanma ve bilgi/tecrübenin aktarımı toplumların ilerlemesindeki yerleri muhtemel başka bir zamanın konusu olacaktır. Fakat Covid-19 sırasında en büyük zararı bu grup almıştır.

Toplumlar belleklerini kaybetmişler, ailelerse anlatılacak anıları… Her ailenin büyüğü onun hafızasıdır. Öyle ki nesilden nesile aktarılan bütün değerler onların yorgun gözüken bedenleri altında yatan hazinelerdir. Yaşlılarımızın sağlığı ve iyilik halleri ile ilgilenmek her ailenin ana sorumluluklarındandır. Bu konuda devlet politikalarını belirlemek de ülkelerin…