“30 Ekim 1995’ti, günlerden Pazartesi. Tarihten eminim çünkü bir gün önce Cumhuriyet Bayramı kutlanmıştı. Eşim askerliğini yapıyordu. Ben çocuklarımla evdeydim. Sabah 08:00 gibi jandarmalarla korucular evimize geldi. İfade verecekmişim. Annemi aradım, çocuklara bakın ben tabura gideceğim, dedim. Annemle babamı da gözaltına almışlar, bilmiyordum. Kızımı annemin evinin kapısına bırakmışlar, oğlum benimle tabura geldi. Tabura gittiğimizde Yüzbaşı Mehmet Tire 1,5 yaşındaki oğlumu kucağımdan alıp duvara fırlattı. Hiçbir şey söylemeden bana tekme ve yumruklarla vurmaya başladılar. Sonra zemin kata götürdüler, gözümü bağladılar. Gözbağımın kenarından zemini görebiliyordum. Yerde sehpa büyüklüğünde bir kapak vardı. Kapağı kaldırıp iki basamak indiğimde arkamdan tekmelediler. Düştüm, dişim kırıldı, dilim de dişlerimin arasına sıkıştı. Ağzımdan kan akıyordu, halen izleri durur. Beni attıkları bodrum katında, koridorlarda gözaltına alınmış başkaları da vardı. İki asker kollarımdan tutup aynı katta başka bir odaya götürdü. Odada babamın da bulunduğunu sesinden anladım. Bir de kadın vardı. Ona ‘Senin tırnaklarını sökeceğim, elektrik vereceğim’ diyorlardı, kadın ağlıyordu. Babam kadına, ‘Korkma, bi’ şey olmaz’ diye cesaret vermeye çalıştı. Askerlerin konuşmasından kadının çıplak olduğunu anladım. Görevlilerden biri babama ‘Sen namuslu adamsın, gel bak’ diye kadını gösterdiler. Babam, ‘O çıplak da olsa giyinik de olsa kızkardeşimdir, kadınlarla uğraşmayın’ dedi. Erler babamın söylediklerini komutana aktardılar, komutan da babamı kastederek ‘Onun bir haftalık ömrü kaldı’ dedi. Sonra bir asker yanıma geldi, ‘Neden burada olduğunu biliyor musun’ diye sordu. Bilmediğimi söyledim. Gözbağımı biraz gevşettim, yandaki odada üstünde direk olan bir işkence yeri olduğunu gördüm. Sonra komutanları elbiselerimi çıkarmamı istedi, çırılçıplak kaldım, o odaya götürüldüm. Direğin altındaki sehpaya çıkarıp ellerimi arkadan iple direğe bağladılar, sehpayı altımdan aldılar. Asılı kaldım. Babam koridordaydı, sesini duyuyordum. Bana yapılanları anlamış olmalıydı, onu böyle konuşturmaya çalışıp çalışmadıklarını bilmiyorum. Askıda kendimi kaybedip bayıldım. Kendime geldiğimde askıdan indirmişlerdi, yerde çıplak yatıyordum. Ellerimi çözmüşlerdi, saçım ıslaktı. Galiba kafamdan su dökmüşlerdi. Yanımda kimse yoktu, gözbağını açıp elbiselerimi giydim. Ertesi gün yine geldiler... Serbest bırakılmadan önce Mehmet Tire beni aldı, bir odaya götürdü, gözbağımı açtı. Odada 12-13 yaşlarında bir çocuk çırılçıplak vaziyette ayaklarından direğe asılıydı. Çocuk bana ‘Anne su ver’ dedi. Mehmet Tire gözümü tekrar kapattı, ‘Dışarı çıktığında bir şey anlatırsan seni tekrar alırım, çırılçıplak soyup panzere bağlayıp Dargeçit sokaklarında gezdiririm’ dedi. Gözaltındayken ifadem alınmadı, bana hiçbir şey sormadılar, hiçbir şey imzalatmadılar. Çıktıktan sonra gözaltında bir hafta kaldığımı öğrendim. Babamı bir daha hiç görmedim.”

Gözaltında kaybedilen Süleyman Seyhan’ın kızı, 19 yıl sonra açılan davanın iddianamesinde yaşadıklarını böyle anlatıyor. O çocuk da taburun işkence odasından çıkamadı.

1995’te Mardin’in Dargeçit ilçesinde işkencede öldürülen üçü çocuk sekiz kişi kireç kuyularına atıldı ya da kalorifer kazanında yakıldı. Yakılanlar arasında yapılanları hazmedemeyip karşı çıkan bir uzman çavuş da var. Öldürülenlerin bazılarının cenazeleri birkaç yıl önce toplu mezarda bulundu. Bazıları hâlâ kayıp.

Dönemin Mardin Jandarma Komando Tabur Komutanı Hurşit İmren, Dargeçit İlçe Jandarma Komutanı Mehmet Tire, Dargeçit Merkez Jandarma Karakol Komutanı Mahmut Yılmaz, Karakol Komutan Yardımcısı Haydar Topçam ve Uzman Çavuş Kerim Şahin davanın sanıkları. Biz de davanın takipçisiyiz.