Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

24 Temmuz günlü yazımızda, “Kısa bir ara” diyerek okurlarımızdan izin istemiştik. İzne çıkarken, aranın bu denli uzayacağını düşünmemiştim doğrusu. Nasıl oldu ben de anlamadım. Günler su gibi aktı ve bir de baktım ki, göz açıp kapayıncaya dek dört koca ayı geride bırakmışız!

“Adalet Yürüyüşü”nün yorgunluğu, ardından iç ve dış geziler, çeşitli etkinlikler, kitap ve yazı çalışmaları, sağlık sorunları derken, arayı bayağı açmışız gerçekten…

Şimdi kaldığımız yerden başlıyoruz. Yine her pazartesi bu köşede birlikte olacağız.

Hemen belirteyim: BirGün’e yazamadığım günler boş durmadım. Okuduğum gazetelerden, dergilerden, kitaplardan; izlediğim TV programlarından notlar aldım. Türkçeye kıyan muhabirlerin, yazarların, ekran sunucularının tümcelerini kayda geçirdim.

Özelden ileti gönderen okurların soruları da birikti bu arada. Yani “Dilin Kemiği” için hayli malzeme var çıkınımızda…

•••

Gazete okuru genelde vefasızdır!

Sevdiği yazarı el üstünde tutar ama bir süre görmeyince çabuk unutur!

Nice anlı şanlı yazarımızın yazgısı hep böyle olmuştur.

Bizim Doğan Tılıç bu gerçeği iyi bildiğinden, okurun vefa duygusunu yoklamak için, ara sıra küçük oyunlara başvurur; sözgelimi “hastayım” ayağına yatarak köşesini boş bırakır!

Sonra da, “Bakalım kimler arayıp soracak?” diye beklemeye koyulur!

Tabii, benden başka arayanı olmaz garibimin!

Şaka bir yana, sanırım ben biraz daha şanslıyım bu konuda.

Yazamadığım günler, okurlar hiç eksik etmedi ilgisini. Telefonla arayanlar, ileti gönderenler, gönül okşayıcı sözleriyle gönendirdiler beni. Bu arada, neden yazmadığımı soranlar, aranın uzamasından yakınanlar da oldu. Kimisi de, “Özledik, başla artık!” diye seslendi içtenlikle.

Örneğin kadim dostumuz, yoldaşımız Cavlı Çulfaz, 29 Eylül günlü elektronik mektubunda şöyle diyordu:

“Sevgili Attila,

İzin isteğin iki ayı geçti. (…) Köşene fena alıştırdın bizi. Ağzımızda anamızın ak sütü, güzel Türkçemiz seni özledi. Onu öksüz bırakma.”

•••

Düşüncelerini bizimle paylaşan okurlar arasında ilginç konulara değinenler de var.

Trabzon’dan yazan genç bir meslektaşım, mektubunda diyor ki:

“Şahan Gökbakar, bir banka reklamında, ‘Sev da... da ayrı, Karadeniz’de yazdım’ diye abuk bir ifade kullanarak aklınca Karadenizlilerle dalga geçiyor. Bu sözün anlamı açık: Karadenizlilerin da’yı ayırmayı, yani Türkçeyi bilmediğini söyleyerek bölge halkına hakaret ediyor. Özensizce hazırlanan reklam spotu, televizyon kanallarında döndükçe kamuya mal olacak ve insanların bilinçaltında yanlış bir algı oluşacak.”

“Gıdıkla da güleyim!” türünden soğuk esprileriyle tanıdığımız bu yeteneksiz komedyenin televizyon reklamındaki sululuğuna yanıt vermek gerekir mi bilmiyorum. Bırakın Karadeniz’in bütününü, yalnızca Trabzon’dan çıkan ve Türkçeyi taçlandıran seçkin yazar ve ozanların adlarını saymaya kalksam bu köşeye sığmaz! Dilimizde “latife lalif gerek” diye bir söz vardır. Şakanın incelikli ve güzel olmasını anlatır. Bunun için de insanda parıltılı bir zekâ ve ince mizah duygusu olması gerekir.

Karadenizli meslektaşımız bu kişiyi fazla ciddiye almasın derim. Alt tarafı, “Recep İvedik”tir karşımızdaki!

•••

Bir okurumuz da “Neden sürekli BirGün’ü, Cumhuriyet’i ve solcu yazarları eleştiriyorsun?” diye soruyor.

Biz burada dil eleştirisi yapıyoruz. Türkçeye saygının sağcılıkla, solculukla ilgisi yoktur. Basında yer alan yanlış ve özensiz örnekleri seçerken, yazarın kimliğine, konumuna, siyasal görüşüne bakmıyoruz. Tersi bir yaklaşım, dilsel eleştiri açısından yanlı bir tutum olur. Ben Orhan Pamuk’un Türkçesini de çok eleştirdim. Ne yapalım yani, adam Nobel Ödülü aldı diye dokunulmazlık kazanmadı ya! Kaldı ki bu köşedeki eleştiriler, kimseyi karalamak için değil, yanlışların yinelenmesini önlemek için yapılıyor.

•••

Okurla yazarın ilişkisi her zaman düz bir çizgide ilerlemez. İnişli çıkışlı, engebeli bir yoldur bu. Bazen ters düşmeler, karşıtlıklar da oluşabilir.

Okurların kendi yazarlarını seçme özgürlüğü vardır. Ama yazarların okur seçme şansı yoktur. Hele de bir gazetede yazıyorsanız, bu büsbütün olanaksızdır. Gazete yazarları, değişik ilgi, beğeni ve eğilimleri yansıtan geniş yelpazedeki bir okur kitlesine seslenmek durumunda olduklarından, yazılarında bu çeşitliliği ister istemez göz önünde bulundurmak ve seçkinci olmayan ortalama bir dil tutturmak zorundadırlar.

Önemli olan, alaturka bir popülizmle okur dalkavukluğu yapmak değil; bir yandan doğruları söylerken, öbür yandan okurla arayı açmadan birlikte yürüyebilmektir!
Yeniden merhaba!