Trenden atılanlar, düşenler, yolda kaybedilenler... Yeni seneye bunun ağırlığı ile başlıyoruz. Dilerim ki, Türkiye’nin bu uzun kışı artık sona ersin. Bu sene değişik istasyonlarda bekleyen bütün bu yalnız vagonlar birleşip yepyeni bir yol çizsin. Trenimiz güzel bir Haziran sabahında ışıklı bir istikamete doğru yola çıksın.

Vagon

Çok sevdiğim bir arkadaşım var. Birbirimize hiç benzemeyiz. Ben iyi bir sebep olmadıkça evden çıkmamayı tercih ederim. Onun hayatı ise yollarda geçer. Arkadaşım gerçek bir seyyahtır. Dünyanın hemen her yerini görmüştür. İki kuruşu bir araya getirir getirmez gözünü kapıya diker. Seyahatin dışında her şey geçicidir onun için. Yaptığı işi bile buna göre seçmiştir. Evi, arada bir dinlendiği rahat bir duraktır sadece. Her yerde uyuyabilir. Her yemeği yiyebilir. Bir de galiba hemen her dilde “Seni seviyorum” diyebilir.

Seyahat dönüşlerinde onunla buluşmaya bayılırım. Her zaman benim için küçük bir şey getirir. Genellikle sürprizli bir şey olur bu: Budist rahiplerin kullandığı cinsten bir dua çantası, küçük bir ikona, boyanmış tohumlardan yapılmış bir kolye. Ama onun yolunu gözlememin asıl nedeni bu değildir. Başkaları birbirine benzeyen yüzlerce fotoğrafla sizi boğarken, arkadaşım seyahatlerden hikâyelerle döner. Çoğu kez eğlenceli, bazen de iç burkucu hikâyelerdir bunlar. Onu sofralar, çaylar, kahveler boyunca dinlemişliğim vardır. Bazen sevdiğim hikâyeleri yeniden anlattırırım. Kendi de anlatmayı sevdiği için olacak, hiç ikiletmez böyle durumlarda. Oturup hepsini bir daha anlatır. Yetmezse kalkar bütün sahneyi tarif eder, kimin nerede durduğuna kadar gösterir, sesleri görüntüleri en ince detayına kadar canlandırır. 

Bu hikâyelerden biri şöyledir: Polonya’da bir şehirden diğerine giderken, tren bir istasyonda duruyor. İnenler oluyor. Arkadaşım pencereden platformda bekleyenleri, birbirine kavuşup sevinenleri seyrediyor. Sonra kitabına geri dönüyor. Aradan uzunca bir zaman geçiyor. Tren bir türlü hareket etmek bilmiyor. Bir ara düdükler çalıyor. Birtakım anonslar yapılıyor. Etrafta telaşla koşuşturan yolcular görünüyor. Sonra gözden kayboluyorlar. Platform yavaş yavaş boşalıyor. Sonunda ortalığa garip bir sessizlik hâkim oluyor. Arkadaşım başını kitaptan kaldırdığında vagonda tek başına kaldığını fark ediyor. Merak edip koridora çıkıyor. Yine kimse yok. Sonunda dayanamayıp inmeye karar veriyor. Birilerini bulup trenin neden kalkmadığını soracak. Fakat platforma indiğinde onu bomboş bir istasyon karşılıyor. Rayların üzerinde tek bir vagon var. Kendi vagonu. Trenin önü ve arkası yok. Başka lokomotiflere takılıp gitmiş onlar. Onun vagonu ise öylece kalakalmış.

Yeni yıl için bir yazı yazmam istendiğinde neşeli bir şeyler anlatmak istedim. Ama bu hikaye bana musallat oldu. Bir süre düşündükten sonra sebebini anlar gibi oldum. Bu seneki ruh halimin özeti buydu: Her iki yöne uzanıp giden raylar ve onların üzerinde yapayalnız duran bir vagon. Sanki bir anons yapılmış ve ben duymamışım. Ya da duymuşum ama yabancı bir dilde olduğu için anlamamışım. Sonra işte herkes yoluna gitmiş ve ben rayların üzerinde kalmışım. Elimde yarısı okunmuş bir kitap ve eski püskü bir valizle platformda duruyorum. 

Bu hissimde yalnız olmadığımı biliyorum. Siyasetçiler sabah akşam aynı trende olduğumuzu söyleyip duruyorlar bize. Sanki bu ülke herkes için bir eşitlikler ülkesiymiş gibi yapmaya devam ediyorlar. Memleketin treni bir şekilde yoluna devam ediyor ama hepimiz o trende miyiz acaba? Bazılarımız yolda bir yerde, kıyıda köşede kalmış küçük bir istasyonda kalmış olabiliriz. Belki daha tam olarak farkında bile değilizdir. Belki henüz kitabımızdan başımızı bile kaldırmamışızdır. Az sonra yerimizden kalkacağız, perona ineceğiz ve trenin bizsiz gittiğini göreceğiz. Zaten biz o istikamete gitmek istemiyorduk. O trenin yolcusu değiliz belli ki. Onun için çok da üzülmeyeceğiz. Ama bu istasyonda inmişiz işte.

Kalkan tren ne yöne gitti? Yolcuları kimlerdi? Bunları yeniden anlatmanın anlamı yok. Zaten bütün sene onları yazıp durduk. Gazeteleri, televizyonları onlar işgal ettiler. Ben trene binemeyenlerden, geride kalanlardan, hatta hareket halindeyken camdan fırlatılanlardan söz etmek istiyorum. Bu tren, kar soğuğunda ayaklarını otobüsün egzozuna tutarak ısıtmaya çalışan evsiz adamın treni değildi mesela. Öğretmeni yeni sene için dileklerini sorunca, “Büyüyünce işsiz kalmak istemiyorum” diye yazan işçi çocuğunun da değildi. Madende ölen oğlunun cenaze namazında ayağında yırtık lastik ayakkabıyla saf tutan Recep amcanın da değildi. “O zeytinler boğazınızdan nasıl geçecek?” diye soran Yırca köyü muhtarının da değildi. Alevilerin ya da Kürtlerin treni de değildi. Hele kadınların treni hiç değildi.
 Şunu kabul edelim: 2014 Türkiyeli kadınlar için korkunç bir sene oldu. Bu ülke kadınlar için her gün biraz daha yaşanmaz hale geliyor. Bu sene de, ilgili ilgisiz her türlü mevki sahibi erkek tarafından aşağılandık, horlandık, hırpalandık. Bakanından rektörüne, imamından yargıcına kadar herkesin kadınlara dair söyleyecek bir lafı vardı. Hamileyken sokakta dolaşmamamız gerektiğinden tutun da çalışma hayatımızın nasıl seyretmesi gerektiğine kadar türlü çeşitli konularda fikirlerini bizimle paylaştılar. Bununla da bitmedi. Bütün bu kadın düşmanı politikalar sokakta, evde, iş yerindeki şiddeti de artırdı.    

Bu şiddeti önlemek için bir araya gelmiş kişilerden oluşan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun raporuna göre, 2014 senesinde 294 kadın öldürüldü. Yine aynı kuruluşun verilerine göre, bu kadınların %47’si kendi yaşamlarına dair karar almak – yani insan olmanın gereği olan özgür iradelerini kullanmak – istedikleri için canlarından oldular. Çoğu gencecik kadınlardı ve sadece hayatlarına devam etmek istiyorlardı. Ama yaşam hakları erkekler tarafından ellerinden alındı. Koskoca devlet, mahallenin abisi gibi dükkânın önüne oturup gelene geçene ayar vermeye başlamışken, sokaktaki adamların kendilerinde bu cesareti görmelerinde şaşılacak bir şey yoktu.
 Ama işte bu kadınlar öldüler. İş kazalarında hayatını yitiren yüzlerce işçi ile birlikte onlar da geride kaldılar. Bizim dalgın bir şekilde indiğimiz trenden hoyratça fırlatıldılar.

Trenden atılanlar, düşenler, yolda kaybedilenler... Yeni seneye bunun ağırlığı ile başlıyoruz. Dilerim ki, Türkiye’nin bu uzun kışı artık sona ersin. Bu sene değişik istasyonlarda bekleyen bütün bu yalnız vagonlar birleşip yepyeni bir yol çizsin. Trenimiz güzel bir Haziran sabahında ışıklı bir istikamete doğru yola çıksın.

 2014’te kaybettiklerimizin anısı ile birlikte...