Bir tarafta üç öğrencisini bir yatağa sığdıran Tunceli Üniversitesi diğer tarafta üç yataklı odada bir öğrenciyi ağırlayan Bilkent Üniversitesi. Bu çelişki, öğrencilerin geceyi neden park banklarında geçirmek zorunda bırakıldıklarını anlattığı gibi dini olsun olmasın her vakfın kapitalist çarkın bir dişlisi olduğunu da gösterir.

Bilkent bilinen bir örnek; web sayfasında yayınladıkları için onlarda aylık kişi başı çıplak oda ücretinin 4 bin 500 lirayı bulabildiğini biliyoruz. TÜRGEV (21), ENSAR (61), TÜGVA (38) gibi İslamcı elitlerin işlettiği 120 yurtta yer bulabilmek için de yoksul olmamanız gerekiyor.

Yoksulların, cemaatlere ait yurt ve üniversitelere girebilmesi için zekâsı kıt zengin müşterilerin ortak olacağı kadar zeki olmaları gerekiyor. Cemaatler, birkaç yoksul zeki öğrencinin öğrenim ve yurt ücretini burs adı altında karşılayarak onları bünyelerine katıyorsa, bilin ki bu yoksullara destek olma niyetlerinden değil, onları daha fazlasını tahsil edecek reklam unsuru olarak kullanmalarındandır.

Vakıflar kâr amacı gütmez, kanun öyle diyor. Fakat Türkiye’de vakıflar, sömürü düzeninin en acımasız işletmeleri olarak faaliyet gösteriyor. O nedenle hiçbir vakfı bir yardım kuruluşu olarak göremeyiz. Her bir vakıf, kapitalistin arınma, kapitalizmin sömürü çarkının bir parçasıdır. O nedenle devletin yurtsuzlaştırma politikasını eleştirirken sadece dini faaliyetleri kasteden “öğrencileri cemaat yurtlarına yönlendiriyorlar” biçimindeki eleştirilere katılmıyorum. Bu yöndeki eleştiri ve itiraz, işin sosyoekonomik boyutunu gizlediği gibi bizim kabullenmediğimiz fakat bir kesimin rahatlıkla kabullendiği bir amaca hizmet ettiklerini anlatmış oluruz.

Tarikat yurtlarının İslamcıların örgüt karargâhı olduğuna kuşku yok. Fakat bu yurtların esasında birer ticarethane olup örgütlenmenin de bu ticaretin sürdürülebilirliğini garanti altına alan ve kendi içinde mantığı bulunan ek faaliyet olduğu göz ardı edilmemelidir.