Vakıflar, tarikatların iş ve ihale takipçiliği yaptığı, bedelsiz arazi tahsisleri aldığı sivil kolları olmuş durumda. AKP iktidarı eğer bir tarikata doğrudan yardım yaparsa göreceği tepkiyi bildiği için tarikatlara bağlı vakıflarla çalışmayı tercih ediyor.

Vakıflar, toplumun tümünü sömüren bir sarmal

CAN UĞUR

Vakıflar siyasal İslamcılar açısından ekonomik ağın ve politik hegemonyanın sağlamlaştırılması noktasında en kritik ögelerin başında geliyor. Özellikle AKP iktidarı döneminde Ensar, TÜRGEV gibi vakıf isimleri hayatımızın parçası oldu. Özellikle yolsuzluk meselesinde bu unsurların faaliyetleri resmi tutanaklara dahi geçmiş durumda. Mesele AKP ile de sınırlı değil elbette. Özelikle Soğuk Savaş döneminde ABD desteğiyle palazlandırılan siyasal İslamcılar ve onlarla iç içe geçen tarikatların vakıflar aracılığı ile hayatlarını devam ettirdikleri sır değil. Bu konuya dair geçen günlerde bir çalışma yayımlandı. Emperyalizm, siyasal İslamcılık ve vakıflar arasındaki ideolojik ve pratik bağlantının ele alındığı Kırmızı Kedi yayımlarından çıkan Sarmal isimli eser gazeteci Murat Ağırel imzası taşıyor. Ağırel, kitabıyla ilgili Gazeteci Uğur Mumcu’nun ölümsüz eseri olan ve İslamcılarla emperyalizm arasındaki ilişkiyi anlatan Rabıta’ya gönderme yapıyor ve Sarmal’ı 21. Yüzyıl Rabıtası biçiminde tanımlıyor. Ağırel ile kitabından yola çıkarak vakıflar ve tarikatlar sarmalına alınan Türkiye’nin öyküsünü konuştuk.

► Kitabınızı tanımlarken 21. yüzyılın Rabıtası kavramını kullanıyorsunuz, neden?
Uğur Mumcu’nun ortaya çıkardığı tarikat-siyaset-ticaret üçgeni hiç bitmedi. Aksine iktidar oldu. “21. Yüzyılın Rabıtası” dememin sebebi ise bu iktidarın bugün de vakıflar aracılığıyla sürüyor olması. Tarikat-siyaset-ticaret üçgenine bir de “vakıf” örgütlenmeleri eklendi. Tüm paralar bu vakıflar üzerinden döndürülüyor. Tüm eleman ihtiyaçları bu vakıfların bünyesindeki ve denetimindeki okullar ile yurtlar üzerinden devşiriliyor.

Kitapta da bu örgütlenmelerde kimlerin yer aldığı kimlerin bunları finanse ettiğini tarihsel süreç içerisinde nasıl geliştiğini tek tek yazdım.
Mesela bugünkü iktidar kadrolarının yetiştiği İlim Yayma Cemiyeti. İlim Yayma Cemiyeti’nin ilk bastırdığı kitaplardan biri ABD’li yazar Stephen Vincent Benet’in “Amerika” adlı kitabı olmuştu.

Kitabın önsözünde “dilimize çevrilme müsaadesinin bize verilmesine delalet eden Amerika Birleşik Devletleri Sayın Büyük Elçisi'ne en samimi teşekkürlerimizi sunarız” deniliyor. Kitabın basılmasında ABD’nin talebi ve büyük maddi katkısı olduğu şüphesiz. Peki, İlim Yayma Cemiyeti ilk kitabını neden ABD hakkında bastırır ve dağıtır? Nedeni şu: ABD, İlim Yayma Cemiyeti’ni bir propaganda aracı olarak kullanıyordu.

Mesela bunların bir de gazetesi var; Yeni İstiklal adında. Gazetenin 9 Ocak 1963 tarihindeki manşeti aynen şöyle: Komünizm tehlikesine karşı milliyetçi zenginlere ihtar: ‘UYANIN’

Devamında ise “Kızıllarla mücadele lafla değil, maddi imkânlarla olur. Servetinizin bir kısmını bu işe tahsis etmezsiniz, sonra hepsini kaybedersiniz” deniliyor.

Aynı sayfada başka bir haber daha: “Amerika’yı Ayakta Tutan Din ve İman Kuvveti.” Mesela John F. Kennedy’nin kalbindeki Allah korkusundan bahsediliyor haberde!

►Tarikatların örgütlenmesinde vakıfların nasıl bir işlevi var?
Vakıflar, tarikatların iş ve ihale takipçiliği yaptığı, bedelsiz arazi tahsisleri aldığı sivil kolları olmuş durumda. AKP iktidarı eğer bir tarikata doğrudan yardım yaparsa göreceği tepkiyi bildiği için tarikatlara bağlı vakıflarla çalışmayı tercih ediyor.

Ayrıca kendi parti içi örgütlenmesinin yanında toplumun her kesimine ulaşması için maddi olarak desteklediği bu vakıfları bir araç olarak kullanıyor. Ensar, TÜGVA ve TÜRGEV’i görüyorsunuz MEB ile çalışarak küçük çocuklara kadar ulaşıyor. Biliyorlar ki çocukları küçük yaşta etkileyebilirlerse ileride devşirmek daha kolay olacak.

vakiflar-toplumun-tumunu-somuren-bir-sarmal-691783-1.
Uzatmadan söyleyeyim, AKP doğrudan bir vakıf ve tarikatlar partisidir. Dediğim gibi bunu bir örgütlenme biçimi olarak görüyorlar. En tepede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın olduğunu düşünürsek piramidin aşağısına doğru saçaklanan bir şekil düşünebiliriz.

Neoliberal politikaların sonucu olan vakıf kültürü aslında 1980’den sonra gelişti. AKP için ilk vakıf Recep Tayyip Erdoğan’ın kurduğu İSEGEV yani bugünkü adı TÜRGEV olan vakfın ilk adı. 1996 yılında kuruldu. O tarihte, İstanbul Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (İSEGEV) adıyla sadece İstanbul’da hizmet veriyordu. 2012 yılının ağustos ayında hizmet alanını Türkiye çapına yaymayı hedefleyerek ismini Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV) olarak değiştirdi.

Mesela İSEGEV’i vakfeden kişiler arasında dikkat çeken isimler var. Eski milletvekillerinin yanı sıra eski bakanlar da bulunuyor. Çeşitli yolsuzluk davaları nedeniyle görevden alınan eski İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Adem Baştürk, “Temiz Şehir” operasyonunda gözaltına alınan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin eski bürokratlarından Ahmet Ergün, eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin…

Vakıf ilk kurulduğu zaman sadece İstanbul’da tek bir yurt ile hizmet veriyordu. Yönetim Kurulu başkanlığını da Ahmet Ergün yapıyordu. İSEGEV’e Bakanlar Kurulu kararı ile vergi muafiyeti hakkı verildi. İSEGEV vergi muafiyeti hakkını aldıktan on ay sonra, 2012’de, İstanbul 19. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararı ile TÜRGEV adını aldı. Kurulduğu dönemde İstanbul’da bir yurduyla hizmet vermeye başlayan vakıf, 2015’te 38 yurdu, 5 misafirhanesi ile 18 ilde kız öğrencilere hizmet verir hale geldi.

Tabii sadece vakıfların örgütlenmek gibi bir amacı yok. İnsanlar buralara üye olarak kamuda iş bulabilmek adına referans noktası olarak da kullandı. İnsanları buna mecbur ettiler.

► AKP’nin tarikatlar ve vakıflar denklemindeki yeri nedir?
Uzatmadan söyleyeyim, AKP doğrudan bir vakıf ve tarikatlar partisidir. Dediğim gibi bunu bir örgütlenme biçimi olarak görüyorlar. En tepede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın olduğunu düşünürsek piramidin aşağısına doğru saçaklanan bir şekil düşünebiliriz.
İşçi, memur demeden toplumu sömüren bir yapı bu. Yüzde 1 için çalışan yüzde 99’u kontrol eden, gerektiğinde baskı altına alan, vergiyle terbiye etmeye çalışan, hukuku kullanan bir geniş iktidar ağı bu.

► Siyasal İslamcılık kısaca özetlemek gerekirse Türkiye siyasi tarihinde nasıl bir işleve sahip?
Özellikle SARMAL’da başlangıç noktası olarak Milli Türk Talebe Birliği’ni esas aldım. Çünkü bundan öncesi için vakıf kültüründen çok tarikat kültürü ağır basıyor. Yani vakıf görevini yerine getiren tarikatlar bulunuyor.

Aslında İslamiyet kültüründe bugünkünün çok dışında bir vakıf kültürü vardı. Özellikle Osmanlı döneminde yoksul insanları ayakta tutan, sürekli yardımlarda bulunan üretileni artı değeri paylaştıran bir alışkanlıkları vardı.

Fakat ne zaman işin içine siyasal İslam girdi bu düzen çöktü. Pragmatik bir bakış açısıyla iktidarı elde etmek amacıyla yeni bir düzen oluştu. Bu düzen de Rabıta’ya evrildi zaten.

► Siyasal İslamcılık ve emperyalizm arasındaki ilişkiyi nasıl yorumlarsınız?
Geçen hafta Kanlı Pazar’da kaybettiğimiz iki devrimciyi andık. Mesela bu olayı provoke edenlerin başında Mehmet Şevket Eygi, İsmail Kahraman gibi isimler vardı. Öyle ki Mehmet Şevket Eygi, Kanlı Pazar olayından hemen önce sığındığı Suudi Arabistan’da İhvan-ı Müslimin yetkilileri ile tanışmış, Rabıta’yı finanse eden Aramco’nun desteğini almıştı…

Olaydan önce attığı manşetlere kitapta yer verdim. Kanlı Pazar’dan 1 gün önce “Cihada hazır olunuz” başlıklı yazısında, “Bir Müslüman yüz komüniste bedeldir. Müslümanlar, komünizmle çarpışan devlet kuvvetlerine yardımcı olsunlar... ‘Bir şeyler’ olursa, silahlar patlar patlamaz, vazifeye koşmaya çalışacağız. İnşallah kızıl kâfirlerin, Deccal uşağı dinsizlerin tepelerine birer intihar uçağı gibi ineceğiz” diyordu.

MTTB başkanı İsmail Kahraman da Kanlı Pazar’dan iki gün önce 14 Şubat’ta Beyazıt Meydanında düzenlenen mitingde “İstanbul’un genelev haline geldiğini söyleyenler, karılarına sahip olsunlar. Karşımıza kim çıkarsa çıksın ezeceğiz. Artık hiç kimseye ihtar yapmayacağız. (…) Mini etekli fahişelerin giriştikleri yürüyüşlere göz açtırmayacağız. Fikre karşı fikir, yumruğa karşı yumruk zamanının geldiğini iyice bilmeliyiz. İmanlı yumruğumuz, Allahsız komünistlerin beyninde patlayacaktır” demişti. Açık açık “Öldüreceğiz” diyorlardı ama kimse önlem almadı.

Sonuç olarak siyasal İslam Türkiye’de hep solu ezmek için kullanılan bir maşa oldu. Bugün de aynı rolü, “Tam bağımsız Türkiye” için uğraşan tüm yurttaşlar için oynamaya devam ediyor.

vakiflar-toplumun-tumunu-somuren-bir-sarmal-691784-1.

► Sizin kitabın yazım sürecinde edindiğiniz ve bu kadar da olmaz dediğiniz bir bilgi var mı?
Hemen hemen hepsi!

Bildiğimiz saldırı, katliam ve kargaşaların perde arkasında yer alan isimleri gördükçe şaşırdım. Aslında hiç de gizli saklı isimler değildi bunlar. Bildiğimiz, bugün elini sıktığımız onlarca kişi var aralarında.
Mesela birini anlatayım…

Herkes bugün MTTB’yi sağcı olarak bilir. Halbuki MTTB’nin solcu, hatta Atatürkçü olduğu dönemleri bile oldu. Dahası Moskova’dan para aldığı bilgisine de kitap için araştırma yaparken rastladım.

MTTB başkanlarından Rasim Cinisli hatıratında, “MTTB’ye geldiğimiz ilk aylarda Osmanlı Bankası kanalıyla MTTB Genel Başkanlığı’na Moskova’dan para geldi. O yılların hassasiyeti içinde bizim için son derece önemli bir olaydı. Bizim için derken, Türkiye için önemli olaydı” diye yazıyor. Ki bu para gönderme işi bir kere değil üç kere tekrarlanıyor. Üçüncüsü de ilginçtir Komünizmle Mücadele Derneği’ne aktarılıyor. Parayı gönderenin kim ya da hangi kurum olduğu ise belli değil.

Bir de tabii Erdoğan’ın oylar çalınarak Milli Selamet Partisi (MSP) Gençlik Kolları Başkanı yapılması konusu var.

MSP, ’80 döneminde gençlik kollarını güçlendirme kararı aldı. MTTB’nin eski kültür müdürü ve MSP Beyoğlu Gençlik Kolları Başkanı Recep Tayip Erdoğan, MSP Gençlik Kolları Genel Başkanı oldu.

Erdoğan MSP Gençlik Kolları Başkanı olurken kongrenin divan başkanı Kadir Mısıroğlu’ydu. Akıncılar Derneği’nin İstanbul İl Başkanlığı’nı ve Milli Türk Talebe Birliği yöneticiliğini yapan, yıllar sonra ise AKP’de Parti Müfettişliği görevini üstlenen ve Tayyip Erdoğan’ın “abi” diye seslendiği Yakup Kaldırım, Serkan Yorgancılar’ın kendisiyle yaptığı röportajda, 1976’daki o seçimde oyların nasıl çalındığını anlatıyor. Kitapta bu anlatıma da yer verdim.
Sonuçta kitapta bu ve bunun gibi benim bile araştırırken şaşırdığım birçok olayı anlatıyorum. Tabii sadece tarihi derleyerek bir tablo sunmuyorum. Yaşanan olaylar arasındaki bağlantıları isim isim bugün hangi görevlerde yer aldıklarını gün yüzüne çıkartarak aktarıyorum.