"İnsanlar, kendi devletle

"İnsanlar, kendi devletlerinden korkmamalı; devletler, kendi insanlarından korkmalı. Bina nasıl bir sembolse, onu yıkma eylemi de bir semboldür. Sembollere anlam kazandıran insanlardır."

Yukarıdaki replik Wachowski kardeşlerin yapımcısı olduğu V For Vendetta'dan. Kahramanımız V, İngiltere Parlamentosu'nu yıkmanın ne işe yarayacağını soran Evey'e söylüyor bunları.

V For Vendetta, yine Wachowski kardeşlerin imzasını taşıyan Matrix, Dövüş Kulübü gibi filmler son 10 yıl içinde çekilen ve büyük Amerikan dağıtım şirketlerinin de desteklediği yapımlar. Hepsi alışık olmadığımız ölçüde sistem muhalifi.

Şimdi bazılarınızın beklediği gibi, "Aslında ABD egemenlerinin muhalefeti etkisizleştirmek için bu filmleri piyasaya sürdüğü" tezini ortaya salla., pardon atmayacağım. O işi sol komplo teorisyenlerine bırakıyorum.

Tersine bu filmlerde sistem karşısında dipten gelen tepkinin yansıtıldığı ortak temaların olduğunu düşünüyorum; 11 Eylül sonrasındaki Anglosakson dünyasını betimleyen, büyük bir güvenlik bunalımı ve neticesinde herkesin hayatının kısıtlıyan muhafazakâr iktidarlar, meta döngüsünün sonuna kadar günlük yaşamı ele geçirişi, yaratıcı öznenin kaybı...

Hepsinde öznenin yıkıcı-yaratıcılığının yeniden keşfediş hikâyeleri var. Bir pili beslemek için yaşatılan insanın sanal aleminden uyanışı (Neosanal alemde büro elemanıydı), Dövüş Ku-lübü'nün yine büyük şirkette büro çalışanı olan, İKEA'nın esir aldığı kahramanının kavga ederken, kendi bedeninde eylem gücünü yeniden keşfi, V'nin herkesin sustuğu bir ülkede iyiliğin ve cesaretin geri gelmesi için aracı olması.

Hepsinde öznenin yıkıcı, yatay, otonom eylemlerle yeniden üretilmesinin, merkezdeki anlatı olduğunu görüyoruz.

***

1989'da Berlin Duvarı çöktüğünde, SSCB yıkıldığında dominonun taşları devrilmiş ve klasik toplumsal muhalefet hareketleri de çökmüştü. Fakat onlar zeminlerinin kaydığını uzun süre fark edemediler. Ayrıntılara girmeden nedenini iki kısımda özetlemek gerekirse: Birincisi, sol devrim stratejisi devletin ele geçirilip artı değerin yeniden dağıtımının örgütlenmesine dayanıyordu; reel sosyalizm var olduğu sürece, kapitalist ülkelerdeki hak ve reform mücadelesinin devrimci hedeflerle uzlaştırılması sol strateji açısından mümkün oldu.

İkincisi, küreselleşme sürecinde sermayenin küresel organizasyonu ve paranın kârın olduğu bölgelere hızlı akışının ekonomik devinimi belirleyen hale gelmesi, ulus-devletleri artı değeri dağıtan organizasyonlar olmaktan çıkardı ve özellikle çevre ülkelerde hak talep edenlerin karşısındaki muhatap belirginsizleşti (Türkiye tarımındaki gelişmeler bunun en son somut örneği).

Böylece solun gelecekte olması muhtemel devrim için reform ve hak arama taleplerine dayanarak güçlenme stratejisi boşluğa düştü, muhatapsız kalan toplumsal muhalefet eylemleri ise sönümlendi.

Tersine özellikle toplumsal muhalefet adı altında yürütülen çalışmalar iktidarla iç içe yürütülen evcil organizasyonlar haline geldi (Böylece de sivil toplum hareketleri yükselmiş oldu).

***

Artık iyice belirsiz hale gelen bir geleceği beklemeye dayalı modeli ısrarla sürdüren ülkemiz klasik muhalefet hareketlerinin etkisizleşmesinin arkasında da aslında bu zemin kaybının farkına varamamak hali var.

İnsanların özne olmak için yarını beklemediği, protestolardan ('İsteruk!') çok, doğrudan eylemlerle kendini ortaya koyduğu bir isyan formunun hayaleti merkez ülkelerde güçleniyor. Ülkemizde de örneğin Bergama köylülerinin eylemleri ya da son günlerde yukarıda bahsettiğim Bay V'yi kendine sözcü yapan yüzde 52 kampanyası (www.yuzde52.org) ve bu gibi çalışmalar, benzeri eğilimlerin ip uçlarını veriyor.

Yaşadıklarımızı, zamanın ruhunu, bilgi dağar-cığımızdaki sözcük ve bilgi kalıpları ile tanımlayamıyorsak, eşitlik ve adaletin kelimelerden ibaret olmadığına inanıyorsak dipten gelene bakmak en iyisi.

***

"Doğruluk denizde bir damla Ama sahip olabildiğimiz tek şey O içimizdeki her bir hücrede Özgürlük içimizde"

Bu da intikamı alınan Valerie'den. İyi yıllar.