Ali Ağaoğlu, inşa ettiği site sakinlerinin toplantısını korumalarıyla basıyor; herkese küfür, hakaret ve şiddet.

Rıza Sarraf, Beşiktaş kulübünden tribün locası satın alıyor; o şerefli kulübe ayak basma cüretini kendisinde buluyor.

Soma katliamcısı şirketin sahibinin oğlu mahkemede “Asıl mağdur olan, babamla ikimiziz” diyebiliyor.

Ölenlerin yakınlarına, potansiyel suçlunun da ötesinde, düşman muamelesi yapılıyor, duruşma salonuna alınmamak isteniyorlar, önlerine barikatlar kuruluyor, tartaklanıyorlar.

8 tutuklunun mahkemeye getirilmemelerini Adalet Bakanlığı’nın istediği ortaya çıkıyor.

Çalışma ve Enerji Bakanları, değil yargılanmak, istifa bile etmiyorlar; dahası kendi müfettişlerinin, madenlerden sorumlu bürokratlarının soruşturulmasına izin de vermiyorlar.

Sadece bu bakanlar ve memurları değil, dönemin başbakanı da yargılanmalı, hem de herkesten önce; maden işletme ruhsatı verme yetkisini kendi tekeline almış ve de hepsinin patronu o; bu arada polislerin gözetiminde madenci tekmeleyen pek şerefli danışmanı da. Ayrıca, CHP milletvekili Özgür Özel’in cinayetten, çok değil sadece 14 gün önce AKP’lilerin oylarıyla Meclis’te reddedilen Soma’daki maden kazalarını araştırma önergesinin içeriği konusunda herkesi yanıltmaya teşebbüs eden de, yine o: Önerge metnini incelediğini, Soma’yla ilgili pek bir şey bulunmadığını söylüyor; halbuki gerçek bunun tam tersi. Bütün bu yaptıklarının mutlaka bir yaptırımı olmalı, kendisinin emri üzerine ret oyu veren elemanlarıyla birlikte paylaşacağı.

Tabiî daha başka pek çok elemanı var kendisinin ve onların saymakla bitmez türlü türlü marifetleri. Daha evvelsi gün, valilerinden biri Papa’yı İslam’a davet etti. Laik Cumhuriyet’in valisinden böyle bir eylem, aslında bir suç. Edirne valisi de TC vatandaşı Musevîleri İsrail Devleti’yle özdeşleştirip düşman ilân etmişti. Ancak kimden cesaret alıyor bunlar: Soma’da vatandaşına hakaret kastıyla “İsrail dölü” diyebilen patronlarından.

Vandallığı sınır tanımaz başka bir eleman da Tandoğan meydanının adını değiştiriyor. Kentin kendisinin yanı sıra hafızasını da yok etme canavarlığı; insanların ana-babalarının adını değiştirmeye mümasil bir haddini bilmezlik: Biz doğduk, annemizin adını Ayşe’yse Ayşe, Fatma’ysa da Fatma olarak  bildik ve kendimizi o temelde tanımladık, kimliklendirdik; Ankara’lı için o meydanın adı ana-babasının adı kadar ontolojik bir veri.

Tuvalet terbiyesi edinip vücudunu kubura göre ayarlamak yerine, etrafa saçtığı pislik görünmesin diye kuburu her defasında biraz daha genişleten  –sonunda kendisinin de o kubura düşmesi mukadder-  gafil misali, şehri şehiriçi otoyollara işgal ettiren bu vandallara mutlaka karşı çıkalım, direnelim.

Aslında bunlar vandaldan da öte organizmalar; zira, vandalizm, güzel şeyleri taammüden tahrip veya yok etmek; oysa bunlar taammüden çirkin şeyler inşa ediyorlar; dolayısıyla bunlarınki ‘sur/over-vandalizm’.

Şunu da söyleyip bitirelim: Adına ister soykırım deyin, ister başka bir şey, o gün iki milyon kadar ise bu gün en az dokuz on milyon olacak bir insan kitlesi bu toprakların üzerinden yok edilmiş; on binlerce kilise, manastır, okul, tiyatro, matbaasıyla  vb… birlikte. En azından, bir fatiha okuyalım ruhlarına veya bir mum yakalım anılarına, inançlı veya inançsız olmamızdan bağımsız olarak, insanlık adına...