Vardar Ovası’ndan Topuk Yaylası’na

Fenerbahçe Avrupa Ligi play-off turunda zor olanı başardı ve Makedonya temsilcisi Vardar’a elenerek Avrupa defterini kapattı.

Öncelikle şunu belirtelim, futbolda tüm takımlara saygı duymak ve ciddiyetle yaklaşmak lazım, bununla beraber Vardar’ın seviyesi konusunda dürüst olmalıyız. Makedon temsilcisi Türkiye’de muhtemelen küme düşmeme mücadelesi verecek bir takım. Bundan 20 yıl önce Kadıköy’de kazanılacak 1 puanı galibiyet seviyesinde gören takımlardan bir farkı olduğunu söyleyemeyiz. Türkiye’ye ilk maçta yakaladıkları avantajla gelen Avrupa takımlarından farklılar, ayağa top yaparak kendi sahalarından çıkma, hızlı kontrataklar ve soğukkanlılık gibi özelliklerin hiçbirisini bulundurmuyorlar. Kadıköy’de de tek bir planları vardı, kalelerini can siperane savunarak vasatın bir tık üstü hücum oyuncuları Tigran Barseghyan’ı uzun toplarla buluşturmak. Fenerbahçe’nin ilk yarıdaki performansını şöyle özetleyebiliriz. Bu hayli düşük seviyedeki takımın bu son derece vasat planı nerede ise golle sonuçlanıyordu, eğer Ermeni futbolcunun vuruşu direk yerine ağlarla buluşsa. Tabii ön alanda da gözle görülür problemler vardı. Valbuena’nın adeta her hücumda bir ilk yardım seti görevi görmesi gibi. Fransız futbolcu, takım arkadaşlarının başı her sıkıştığında oyunu açmak için onların yanındaydı ama bu aynı zamanda bir alternatifsizlik ve 32 yaşındaki oyuncunun erken yorulması anlamına geliyordu. İlk yarıda göze çarpan bir başka hadise de Isla’nın defalarca sağ kanattan kale çizgisine inişlerinin sonuçsuz kalmasıydı herhalde. Şilili futbolcu bu inişlerinin sonucunda önüne pas alamamaktan şikayetçiydi ilk yarı boyunca.

İkinci yarıda Valbuena’nın ilk yarıdan getirdiği yorgunluk yüzüne çarptı adeta Fenerbahçe’nin. Tabii onun dışında Fenerbahçe’nin hiçbir dişlisinin işlemediğini de göz önünde bulundurmak lazım. Alper Potuk’un sakatlanması da Valbuena dışında Fenerbahçe’nin yaratıcı tek oyuncusunu da kenara aldı ve o dakikadan sonra sarı-lacivertlilerin tur şansı tamamen tesadüfi gollere kalmıştı ki Roman Neustädter’in golü tam da böyle bir goldü. Halbuki Fenerbahçe, Vardar’ın kendisini üzerine davet etmesini daha farklı değerlendirebilir ve Van Persie’ye yardımcı olacak 2 uzak forvetle maça başlayarak oyunun rengini ilk 45 dakikada değiştirebilirdi, Soldado ve Chahechouhe gibi. Aykut Kocaman bunu denemedi ve Fenerbahçe ağustos ayında, aynen Galatasaray gibi evine döndü.

Ülke futbolunun “Süper” Ligi’nin haline bakmamız lazım. Ligin, geçen seneye göre baş altı iki takımı İsveç ve Makedon liglerinin orta sıra takımlarına eleniyorlar. Acaba yaratılan illüzyondaki kadar “süper” miyiz?