Kuşkusuz onursuzluğu kazanca çevirme ustalığı var teslim olanlarda, yargıyı siyasi iktidarın emrine teslim edenler de şüphesiz Cumhuriyet ve demokrasi, hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı için hepimizden daha çok mücadele ettiklerini anlatabileceklerdir yeni iktidara ve yine hiç kuşkunuz olmasın yeni iktidar sahip çıkacaktır o zavallılara

Varna'dan…

MUSTAFA KARADAĞ / @mustafa05102049
Yargıçlar Sendikası Başkanı

"Şu Varna'da uyumanın yolu yok geceleri,
uyumanın yolu yok;
yıldızların bolluğundan,
yakınlığından, parlaklığından,
kumlukta hışırtısından ölü dalgaların,
sedefleriyle,
çakıllarıyla,
tuzlu yosunlarıyla hışırtısı;
denizde bir yürek gibi atan motor sesinden,
İstanbul'dan çıkıp
Boğaz'ı geçip
odamı dolduran anıların yüzünden,
kimisinin gözü yeşil,
kimisinin bilekleri kelepçeli,
kimisinin bir mendil var elinde,
lavanta çiçeği kokuyor mendil.
Şu Varna'da uyumanın yolu yok, gülüm,
Şu Varna'da, Bor Oteli'nde."

Nazım Hikmet bu dizeleri 1957 yılında Varna'da yazmış. Aslında uyutmayan Varna değil, Memleket. Memleket özlemi.

Bor oteli elini Karadenize uzatacak kadar yakın, Karadeniz insanı çıldırtacak kadar dalgalı ve bizi susturacak kadar yağmurlu.

Memleket ise o kadar güzel, o kadar sıcak, yönetenleri ise bir o kadar da ürkütücü, tehditkar. Yani sevgili Nazım Hikmet, memleket yine güzel ama, yönetenler aynı

Ve memleketi en çok sevdiğini söyleyenler, hem de en çok sevdiklerini söyleyerek teslim ettiler, her şeyin sahibi olduğunu söyleyen kişiye, muktedire. O zamandan beri memleket boğuk, baskıcı, gerici, yoksul, yoksun, eğitimsiz hem de yeni Osmanlıcı. O zamandan bu zamana özgürlük ve siyaset alanı daralmakta, en çok da hukukun üstünlüğü ve demokrasinin güvencesi olması gereken yargı eliyle yapılmakta bütün bunlar. Yürütme muktedirin emrinde, yasama yürütmenin, yargı ise artık emir telakki ediyor muktedirin aklından geçenleri. Memlekette terör örgütünü övme ve Cumhurbaşkanına hakaretten başka tutuklanmaya değer suç yok. Örneğin, tecavüz ve tacizciye tahrik indirimi var, hakaret suçunda yok. Yasalar değişmediyse de içtihat ehlileşti. Cumhuriyetin 90 yıllık kazanımları bir bir yok edildi, laiklik artık kimsenin sorunu değil, tesettüre sokulmuş ilkokul hatta anasınıfı öğrencilerimiz, rol model olması gereken tamamiyle dinsel simgelerle donatılmış kadın öğretmenlerimiz var. Milli Eğitim çalıştayında din eğitiminin 2 yaşında verilmeye başlanması önerilmiş. Kılık kıyafetiyle de halka bağımsız ve tarafsız olduğu izlenimini vermek zorunda olmasına karşın tesettüre girmiş ve kapalılığını Allahın emrini uygulama ve ahlaken arınmış olmayla açıklayan kadın yargıçlarımız var. Üniversitelerimiz ise kampüse bulunduğu ilin en büyük camisini yapmakla övünüyor.

Her ne kadar gerçekliği konusunda yaygın bir kanaat bulunan 17/25 Aralık soruşturmalarına karışanlar dışında, dönem davalarında delil mucitliği yapan yargıç ve savcılar hakkında etkin bir soruşturma yapılmadıysa da o dönem ve bu dönemin hukuksuz soruşturma ve kararlarına imza atan yargıç ve savcıların sorumluluğunun elbet bir gün tespit edileceği meselesini anımsatarak devam edelim.

Kadına yaşam hakkı tanımayan bu gerici; yeni Osmanlıcı güzellemelerin en kullanışlı aparatları da ne yazık ki yine tesettür ile techiz edilmiş bazı kadın doktor, avukat, yargıç ve öğretmenlerimiz. Oysa yeni Osmanlı, kadınları en az üç çocuk yapmak ve kocalarına hizmet etmek üzere evlerine kapatacak. Ve Nazım Hikmet'in hasretinden deliye döndüğü güzel memleketinde bugün, doğanın en mükemmel işi olan doğurganlık islamcı, sünni siyasetin egemenliğini tesis aracı haline getirildi. Siyasi iktidar bu kadar cüretkar ve kararlı bir şekilde saldırırken laik Cumhuriyete, demokrasiye, hukuka, özgürlük alanlarımıza, kimi siyasal güçler ile bazı sivil toplum örgütleri haricinde kimsenin umursadığı yok bunları. Bir avuç aydın kendi olanaklarıyla laikliği savunma işine girişmiş durumdalar, hepsi bu.

Siyasi iktidar ise komşu ülkelere demokrasi ve insani yardım adı altında silah mühimmat desteği vermekte, eğit, donat, gönder hizmetini yerine getirmekte, bu silah ve mühimmatlar kendisine dönünce mağdurculuk ve terörle mücadelecilik rolü oynamakta, teokratik bir otoriter tek adam rejiminin tesisi için var gücünü harcamakta. Her şeyin sorumlusunun ve karar vericisinin "O" olduğunu unutmayalım diye olsa gerek her yerde ve her vesileyle işin ilgilisine göre, Başbakanın, Bakanın, Milletvekilinin, Belediye Başkanının, hatta sıva ustasının yanında Cumhurbaşkanının fotoğrafını görmekteyiz.

Bir kaç gün içinde yürürlüğü bir gün tahribatı uzun yıllar sürecek bir yasa ile işlerine son verilen yüksek yargıçlar, gidecekler gönderildikleri yerlere, sessiz, sitemsiz çünkü, utanmaları onlara ağır gelecek, hiç birisi, hiç kimseye bir şey demeyecek, diyemeyecek zira, çoktan kabullendi bir çoğu siyasi iktidarın her şeyin üstünde olduğunu ve muktedire karşı çıkmamak gerektiğini.

Lise öğrencilerinin okul müdürlerine yönelttikleri tepkinin zerresini Başkanlarına ve Enbaşkanlarına göstermeyi beceremeyen, hikmetinden sual olunmayan ve fakat kıymetlerinin sorgulanmasında bir abes görmeyen "Yüksek Yargı" mensupları (yakında yargıç olarak değil 'meslek mensubu' olarak anılacak muhteremler) şimdi siyasi iktidarın talimatları dışına çıkmamasıyla maruf Anayasa Mahkemesinden ve hiç bir aşamasını desteklemedikleri gezi gençlerinden, gezi ruhundan medet umuyorlar. Birisi çıkıp "ama bu haksızlık" diyecek diye bekliyorlar.

Kuşkusuz onursuzluğu kazanca çevirme ustalığı var teslim olanlarda, yargıyı siyasi iktidarın emrine teslim edenler de şüphesiz Cumhuriyet ve demokrasi, hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı için hepimizden daha çok mücadele ettiklerini anlatabileceklerdir yeni iktidara ve yine hiç kuşkunuz olmasın yeni iktidar sahip çıkacaktır o zavallılara.

Ve "hukuk" yeni bir sözleşme biçimini tanımlayacaktır, varlığını 'varlığa' armağan etmenin aslında onurunu kiraya vermek anlamına geleceğine ve kiralayan yargıçların tazmin yükümlülüğünden kurtulacağına dair.

Nazım ile başladık Varna'dan Fazıl Hüsnü Dağlarca ile bitirelim "Sökemeyiz ki biz, ilkokul aydınlığı bile gösterilmeyenler .... Biz, pis yöneticilerin mutsuz kişileri ..."

Sahi öyle miyiz?

Öyle değilsek, içimizde bir miktar umut ve mücadele inancı taşıyorsak gelin laik Cumhuriyeti, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, hak ve özgürlüklerimizi, toplumsal barışı hep birlikte savunalım, her türlü baskıcı, gerici, teokratik ve otoriter rejim değişikliğine karşı hep birlikte direnelim, mücadele edelim.

Türkiye, umutları tüketen bir ülke olmasın, umutlar çoğalsın, umutları çoğaltalım.