2020’den beri merakla beklenen The Green Knight/Yeşil Şövalye nihayet beyazperdeye düştü. Tuğçe’nin (Madayanti Dizici) ilginç iddiasındaki kadar abartılmayı hak etmiyorsa da - “değerleri sorgulatan, kahramanlığın test edildiği, gerçeğe dair doğaüstü arayışı olan bu filmi sevmeyenin sinema ilişkisinden şüphe ederim.” (14.08.2021, BirGün)- Yeşil Şövalye’nin güzel ve büyüleyici bir film olduğu doğru. Büyüleyiciliği, hikâyelere ve hikâye anlatmaya dair bir film olmasından kaynaklanıyor.


Filmin uyarlandığı, İngiliz edebiyatının en ünlü anlatılarından olan Sör Gawain ve Yeşil Şövalye adlı bu hikâyede, Kral Arthur Yuvarlak Masa Şövalyeleri’yle noel kutlaması yaparken, yeşillerle kaplı devasa bir savaşçı çıkageliyor. Tek derdi oyun oynamak olan şövalye, saray halkına diyor ki, “Cesur şövalyelerden biri buyursun, şu baltayla bana bir darbe indirsin. İsterse başımı kesebilir, isterse yanağıma bir çizik atabilir. Amaaa… Bundan bir yıl sonra, benim mekânım olan Yeşil Kilise’de, bana yaptığının aynısını ben de o şövalyeye yapacağım.” İsa’nın son yemekte kullandığı kupanın peşinde maceradan maceraya koşmuş o cesur şövalyelerin hiçbirinde cesaret kalmamış! Yeşil Şövalyenin kellesini kesseler kendilerininki de tehlikeye girecek, sadece bir çizik atsalar, cesurca davranmadıkları gerekçesiyle millet dalga geçecek! En iyisi, korkak olduğunu cesurca kabul edip biraz daha yaşamak.

Tam o sırada, Arthur’un henüz şövalye ilan edilmemiş genç yeğeni Gawain oyunu kabul ediyor. Ama Gawain Yeşil Şövalye’nin başını, anlatının geleneksel versiyonundaki gibi baltayla değil, Kral Arthur’un meşhur kılıcı Excalibur’la kesiyor. Bundan sonrası, her karesine varoluşun ezici ağırlığı yansımış bir erginlenme ayini...

Yönetmenin uyguladığı estetik strateji, seyirciyi hem masal dinleyen meraklı bir çocuğa çeviriyor, hem de açıkça “Ne kadar etkilenirseniz etkilenin, burada size bir hikâye anlatıldığını unutmayın!” diye uyarıyor: Karanlıkta anlatıcı-cadının okuduğu şiirle başlayan filmin beşinci dakikasında, “Sir Gawain and…” ifadesini peş peşe beş farklı yazı karakteriyle yazılmış olarak görüyoruz. Böylece bunun farklı biçimlerde defalarca anlatılmış bir hikâye olduğu vurgulanıyor.
Hatta hikâyenin önemli epizodlarından birinde, Lord Bertilak’ın evinde, sinema öncesi görüntü üretim teknikleriyle sinemasal yöntemler birleştiriliyor. Böylece film, Gawain ya da Yeşil Şövalye’yi değil, bizzat kendisini anlatıyor.

Öykülemedeki bu Brechtyen tavır sayesinde seyirci hikâyeyi değil, hikâyenin bu sefer nasıl anlatıldığını izliyor. Filmin geleneksel tragedyaya karşı tavrını adlandırmada da görüyoruz; yazıldığı günden bu yana, en az yedi asırdır “Sör Gawain ve Yeşil Şövalye” olarak bilinen hikâyenin adından kahramanın ismi çıkarılıyor, sadece düşmanının adı kalıyor. Böylece, adından başlayarak bu filmde aslolanın destansı bir kahraman değil, varoluşsal bir mücadele olduğunu görüyoruz.

***

Bu varoluşsal mücadelenin aslında saçma denecek kadar basit doğası film boyunca kendini hissettirirken, hikâyenin özgün versiyonunda bir dil oyunuyla belirginleşiyor. ‘Orta İngilizce’ olarak bilinen Norman İngilizcesiyle yazılmış bu hikâyede, iki sözcüğün çok dikkat çekici bir ilişkisi var: ‘Gomen’ ve ‘gome’. ‘Gomen’ oyun, şaka, eğlence, dalga geçme, ‘gome’ ise adam anlamına geliyor -destanın ilk bölümünden bir örnek: “Gome gered in grene”, ‘yeşile bürünmüş adam’. Bendeki 2007 baskısı Simon Armitage versiyonunda ‘gomen’ (oyun, şaka) 10 defa, ‘gome’ ise 19 defa kullanılıyor. Böylece, insanın bizzat şakaya dönüştüğü bir mücadele oyununa tanıklık etmiş oluyoruz.

Ortalığın abartılı Marvel ve DC süper kahramanlarıyla dolduğu şu günlerde, insanın korkaklığı, cesareti, zayıflığı, kahraman dediğimizin aslında kahraman olmayışı, hatta kahraman diye bir şey olmayışı üzerine güzel bir film, Yeşil Şövalye. Bir de bu hikâyenin tarihsel açıdan epey ilginç olan The Turke & Sir Gawain (Türk ve Sör Gawain) versiyonu var, ona da sonra değiniriz.