Vasatlaşma özetle herkesin her konuya hâkim olduğu ama aslında o konuların özüyle ilgili pek bir şey bilmediği bir hâl

Vasatın “Öz”ü olur mu?

ÖZGE MUMCU AYBARS

Hafta içi her akşam saat 21 sularında, televizyondan kaçsanız, twitter’dan yakalanıyorsunuz tartışma programlarına. Tartışma programlarının kitlenin reytingini canlı tutmak dışında bir amacı olmadığını düşündüğümden beridir, kanalı değiştirme ihtiyacı duyuyorum. Ama bazen sıcak gündem bazen programda yer alan kişilerin ne dediğini merak ederek o kanalda kalıyorum. Çoğu zaman televizyonla konuşan bir teyzeye dönüşüp söylenirken buluyorum kendimi, bilmem sizin de başınıza geliyor mu?
Medya sahipliğinin yapısı ve medya üzerindeki baskı, elbette tartışma programlarının da içeriğini belirliyor. Bu bilgi, yaşanan durumu mazur görme anlamına gelmemeli. Tartışma programlarında herkesin, belki katılanların da, bilemediği bir rolü var; o da temsiliyet konusu. Mesela “Kadına taciz” konusu işlenirken erkekler konuşuyor. Dört ya da altı erkek, biri “sosyolojik yapı”yı dile getirmekle görevli, bir diğeri “kadının taciz edilme yaşını” tesis etmekle görevli, bir diğeri “hukuki” açıdan görevli, bir başkası “hükümetin görüşü”nü ifade etmekle görevli… Böyle gidiyor; gündeme göre, sıkıntı yaratmayacak konular ile konuklar seçiliyor. Gündeme dair muhalif sayılacak görüşleri dile getirmek sakıncalı bulunuyor. İsmail Saymaz gibi bir isim ilgi çektiğinde hemen bir başkası tarafından “hedef” gösteriliyor.

Bunlar olmasa bile, yayında geçen altyazıya müdahale ediliyor; iktidar dilini kullanılması için canlı yayında bir baskı yaratarak elbette. Dolayısıyla, tüm tartışma programları için geçerli sayılabilecek enteresan bir durum ortaya çıkıyor. Gündemdeki konuyu özünden saptırarak muhalefetin tutumunu bulanık hale getirmek için tartışmanın büyümesine ve sosyal medyada tartışılmasına moderatörün zemin hazırlaması yani özetle konunun bulanıklaştırılması. Programlarda herkes konuşsa da esasen kimse ötekini dinlemiyor. Sadece, dakikalar ve reklamla yarışan programda, karşıt argüman üretmek için bir kelime öbeği, tüm anlatının içinden çekiliyor; konunun özünden de o derecede uzaklaşılıyor. Gündemde olan konu, aslından uzaklaştıkça program ilgi çektiğinden olsa gerek, izleyiciler olarak sosyal medyaya yazmak, söylenmek ya da son çıkış olarak kanal değiştirmek dışında yapacak bir şey kalmıyor.

Konusu belirli olan ve yine de uzmanların çıktığı programlar, aslında aynı konuşmacının siyaset, spor ve kadın konuştuğu programlardan daha iyi. Bir konuşmacının, kendini bir kahvehanenin ortasında oturuyor gibi konumlandırarak, o haftaki önemli bir futbol maçındaki tartışmalı pozisyonlardan bahsederken oradan başkanlık önerisine, oradan kadın “olması gereken” vücut ölçüleri ile ahlak yapısına kadar her türlü konuyu aynı kıvraklıkla ele alması, televizyonlarımızdaki en adi vaka esasen. Vasatlaşmayı tam da bu durum üzerinden tartışmalı; özetle herkesin her konuya hâkim olduğu ama aslında o konuların özüyle ilgili pek bir şey bilmediği bir hâl.

Gelecek hafta, gündeme gelecek konularda, muhtemel ki, kadın ya da yasaya muhalif katılımcı olmadan yeniden gündeme getirilen “kadına cinsel istismar önergesi” tartışılacak, Avrupa Birliği konusunda konuşabilecek uzmanlar olmadan “Avrupa Parlamentosu’nun müzakereleri dondurma kararı” tartışılacak, Cumhuriyet Gazetesi’ni temsil edecek kimse olmadan “Cumhuriyet Gazetesi tutuklamaları” konuşulacak, HDP’yi temsil edecek kimse olmadan “Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk’ün tutuklanması” konuşulacak. Konular döndürülecek dolaştırılacak, reklam arası verilecek, demlenmiş çaylar içilecek, biri diğerinin üzerine yürüyecek; bir diğeri programı terk edecek. Ve olan yine konunun dağılan özüne olacak. Bir başka programda, eşinden boşanan Gülben Ergen konuşulurken Avrupa Birliği için gündeme getirilen referanduma getirilecek. Ve gündemin yine karışarak bu vasatlık içinde akıp gidecek.