Mualla UÇMANER Bugünün en çok üzerine düşünülen ve geleceğe dair karamsar bir tablo çizildiğinde ilk başta ele alınan konularının önünü beyin göçü çekiyor. Kendini artık bu toprakların bir parçası olarak hissetmeyen pek çok eğitimli genç, yakaladıkları ilk fırsatta yurtdışına çıkmanın hesabını yapıyor. Bu fırsatı yakalayamayanlar, ya gidenlerin arkasından imrenerek bakıyor ya da giden arkadaşlarından kendileri […]

Vatan nasıl yuva olur?

Mualla UÇMANER

Bugünün en çok üzerine düşünülen ve geleceğe dair karamsar bir tablo çizildiğinde ilk başta ele alınan konularının önünü beyin göçü çekiyor. Kendini artık bu toprakların bir parçası olarak hissetmeyen pek çok eğitimli genç, yakaladıkları ilk fırsatta yurtdışına çıkmanın hesabını yapıyor. Bu fırsatı yakalayamayanlar, ya gidenlerin arkasından imrenerek bakıyor ya da giden arkadaşlarından kendileri için de yapabilecekleri bir şey olup olmadığını soruyor. Yani demem o ki gidemedim deyip vazgeçmek yerine, hâlâ gitmenin yollarını arayıp duruyor.

Edebiyat, çoğu zaman günle sarmaş dolaş olmayı sevmez. Meselelere, özellikle de toplumsal meselelere biraz mesafeli yaklaşmayı tercih eder fakat acil durum anında müdahale etmekten hiç çekinmez ki yazının başında değinilen konu; yani beyin göçü, artık ‘acil’ koduyla anılıyor. Meselenin edebiyata yansıması da dolayısıyla bu acil kodunun çevresinde gelişiyor.

Bundan birkaç yıl önce yayımlanan ilk romanı Musa’nın Uykusu ile dikkatleri üzerine çeken Tuğba Doğan, artık sıkça gündemimize gelen bu toplumsal yarayı okur karşısına yeni çıkan romanı Nefaset Lokantası’nda işliyor. Musa’nın Uykusu, dikkatleri çekmesinin yanında belli bir okur kitlesini de hediye etmişti yazarına. Araya çok uzun zaman almadan yayımladığı bu ikinci romanında Doğan; bugünün Türkiyesi’nin atmosferinde artık yaşamını sürdürmek istemeyen gazeteci kahramanı Salih’in dünyasında bir yolculuğa davet ediyor herkesi. Salih, az önce de ifade edildiği gibi yazar için ilkin bu toplumsal meseleyi edebiyatın sularına çekme aracı fakat roman kahramanının dünyasına girdikçe okur da görecek ki, aslında bu toplumsallığın içinde derin bir birey sancısının da izi sürülüyor.

TERK EDİŞİN ARKA YÜZÜ

Bu bağlamda toplumsal yönü ağır bassa da bireyin bu toplum içindeki yaralarına, dertlerine de yönünü çeviren bir roman Nefaset Lokantası. Tam da bu nedenle Salih’le birlikte okura zaman ve coğrafya kıskacında nefes almaya çalışan bireyin kendine yeni bir varoluş alanı yaratma çabası yansıtılıyor yazarı tarafından.

Romanın kahramanı Salih’in, yıllardır çalıştığı gazetesinden bir anda kovulmasının ardından, Rio de Janeiro’ya yerleşme kararı almasıyla anlatmaya başlıyor Nefaset Lokantası derdini. İşsiz kalan Salih, zaten uğrak mekânı olan Nefaset Lokantası’nda iyice yer etmiş ve oranın diğer müdavimleri ve sahipleriyle çok sıkı dost bağları kurmuştur. Lokantanın kendisi, sahip ve müdavimleri de bir küçük memleket manzarasına sahip. Bugün dertlendiğimiz pek çok derdin bir yüzünü bu lokantada görmek mümkün.

Fakat yazar, bunları göstermekle birlikte düşünmek de istiyor okuruyla birlikte. Soru sormak, yanıt alamasa da yeni sorulara sürüklenmek…

Bu sorular ise karşılığını bu terk ediş meselesi etrafında buluyor daha çok. Geçmişe açılan pencerelerle Salih’in öncesine de uzandığımız sayfalarda bir bireyin içinde bulunduğu toplumla sıkıntılarına neden olan meselelere ve ilişkilerine de ışık tutmaya çalışırken Tuğba Doğan, vatanın nasıl bir yuvaya dönüşebileceği hakkında okurunu düşündürmek istiyor.

Nefaset Lokantası, günü edebiyatla okumak isteyenler için çarpıcı nitelikte bir roman.