Ertesi gün hiç kimse ölmedi. Yitirilen yaşamların sayılarla ifade edildiği günlerde bu cümleyi duymaya hepimizin ne kadar çok ihtiyacı var. Ancak dünyada günlük vaka sayısında dördüncü ülkeyiz. Ölüyoruz.

Portekizli yazar José Saramago, “Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş” isimli romanında ölümün ortadan yok olduğu adı bilinmeyen bir ülkeyi anlatmaya “Ertesi gün hiç kimse ölmedi” diyerek başlıyor. Saramago, kapitalizmin, gericiliğin yaşamlarımızda yarattığı yıkımı anlattığı romanında da edebiyat ve yazıya dair kuralları değiştirmeye devam ediyor. Romanda kitabın başkahramanı olarak sadece “ölüm” bir özel isim olarak yer alıyor.

Salgında artık hepimizin “başkahramanı” ölüm.

Romanın ikinci bölümünde, ölümün olmadığı bir dünyanın nasıl olacağı insanlara gösterildikten sonra ölüm geri geliyor. Ama bu kez de ölecek insanlara ölümünü bir hafta önceden haber vererek… Her iki durumda da değişmeyen tek şey ise siyasi iktidarın her durumda kendi bekasının gereğini yapması, acımasızlığı, zalimliği…

Ve biz şimdi “ölümün” geleceğini bağıra bağıra haber verdiği salgın günlerini, acil tam kapanma, aşı, düzenli test ve alınması gereken kamusal önlemlerle önlenebilir ölümleri yaşıyoruz.

Fabrikalarda, atölyelerde, hastanelerde, okullarda, iş yerlerimizde çalışırken ölüyoruz. Emekçiler, aşıda “öncelik” sırasında olmayanlar olarak aylarca önce maskeyi şimdi de aşıyı, düzenli testi ulaştırmayanların neden olduğu vakaları, can kayıplarını yaşıyoruz.

Vakalar artıyor, açıklanan “yerinden” kararlarla yüz yüze eğitime ara veriliyor, yaşanan kaygı nedeniyle yüz yüze eğitime katılım düşüyor, binlerce eğitim emekçisine, öğrencilerimize Covid-19 pozitif tanısı konuyor. Eğitim kurumlarında da gerekli koşullar sağlanmadan yüz yüze eğitimin başlaması durumunda salgının okullarda da yayılacağı kaçınılmazdı ve vakalar her geçen gün artıyor.

1 Mart ile birlikte açıklanan “normalleşme” kararları ile okullarda da salgının artacağı son derece açıkken neden ve nasıl yüz yüze eğitim başlatıldı ve genişletildi?

Önce özel okulların öğrenci kaybetmemesi için kapatılan nakiller ortaöğretim kurumlarında yine özel okul sahiplerinin talebi doğrultusunda açıldı. Piyasalaştırmanın, eşitsizliğin temelinde sınav merkezli eğitim sistemi vardı ve sınavlar öğrencilerin, eğitim emekçilerinin yaşam hakkına rağmen yapılmalıydı. Eş zamanlı olarak özel okullar birdenbire salgında öğrencilerin yaşadığı eşitsizliği hatırladı ve “Yüz yüze eğitim başlasın” kampanyası başlattı. Kayıt dönemi yaklaşıyordu ve “müşteri” kazanmak için okullar açılmalıydı. MEB yüz yüze eğitimin başlamasını kampanya ile birlikte tekrar gündemine aldı, 24 Şubat’ta Milli Eğitim Bakanı’nın aşılanma görüntüleri ile “Öğretmenler aşılanmaya başlandı” başlıklarıyla tüm öğretmenlerin aşılandığı algı kampanyası başlatıldı. 1 Mart gecesi, gerekli önlemler alınmadan, hazırlıklar yapılmadan, okullara gitmemize saatler kala yüz yüze eğitim kararı açıklandı.

MEB’in UNESCO’ya ilettiği verilerle de Türkiye öğretmenlerin aşılamada öncelikli olduğu 20 ülkeden biri olarak gösterilerek algı uluslararası alanda da devam ettiriliyor.

Sermaye istemiş ve yüz yüze eğitim kararı açıklanmıştı. Okulların bahçesine adım attığımız anda ise bir kez daha gördük ki öğrencilerimizle birlikte bir kez daha salgınla baş başa bırakılmıştık. Satın aldığımız maskelerle hayatta kalmaya çalışacaktık.

Dünyanın en zenginleri son bir yılda servetini yüzde 68 artırmış. Onlar yaşıyor, biz ölüyoruz. Onlar zenginliklerine zenginlik katıyor, biz Kod-29 ile işten çıkarılıyor, ücretsiz izne mecbur bırakılıyor, her geçen gün daha da yoksullaşıyoruz.

Onlar yüzde bir, biz ise milyonlarız…