Veba

UĞUR KARACA

“.. Vebadan sonra bunu yapacağım, şunu yapacağım… Sakin duracakları yerde varoluşlarını zehirliyorlar.” Corona salgınıyla birlikte ölümün yakınlığını hissettiğimiz günümüzde ‘hayatkarşısında gerçek fikirleri oluşturacak mıyız?..

Absürdizmin öncülerinden olan Albert Camus, edebiyat dünyasında ses getiren ‘Yabancı’ ve ‘Sisifos Söyleni’ adlı kitaplarından sonra 1947’de yazdığı sembolik ve natüralistromanı ‘Veba’ ile baştan sona ölümü sorguluyor.

Roman fareler gibi gri, sıradan bir şehir olan Oran’da geçer. Sadece kış aylarının güzel geçtiği bu Akdeniz şehrinde baharın geldiği, satıcıların tezgâhlarından anlaşılır. Alışkanlıklar edinmek için uygun bir yerdir Oran. Aşk ise, iki kişilik alışkanlıkların geliştiği bir edimdir. İnsanlar tutkuların olmadığı sıradan hayatlarına devam ederken, veba salgınıyla birlikte kent karantina altına alınır ve büyük bir hapishanenin içinde olunduğu somut olarak hissedilir.

“…çarşı pazarda satılan bir ilkbahardır bu.”

Salgın sırasında kamuoyunda meydana gelen tepkilerle, savaş esnasında meydana gelen tepkiler benzerlikler göstermektedir. Elektrik kesintileri, basına uygulanan sansür, vebalıların toplu gömülmesi veya yakılması, yanmış insan kokuları, tecrit kampları, bu kamplarda bulunan hoparlörler, vali geçerken atılan sloganlar ve direniş hareketiBu benzerlikler bir savaş anını anlatmaktadır.

Öyle ki sonunda bazen duvarlara yazılan, bazen de valinin geçtiği sırada bağırılan bir slogan ortaya çıkmıştı: ‘Ya ekmek ya özgürlük!’ ”

Gerçekte vebanın hiç yaşanmadığı, kitabın yazıldığı tarihte Fransız sömürgesi olan bu şehirde sembolik olarak canlı bir insan gibi anlatılan salgın, ölüme karşı direnme biçimini gözlerimiz önüne sermektedir. Camus da romanı hakkında yaptığı yorumlarda da vebanın sembolik bir kavram olduğuna dair atıfta bulunur. Fransızların Hitler ordularına ‘Kara Veba’ dediklerini düşünürsek, ‘Veba’ romanının Almanların Fransa’yı işgalini sembolize ettiği varsayımında da bulunabiliriz. Albert Camus yazılarıyla Alman işgaline direndiği gibi, Fransızlara karşı Cezayirlilerin özgürlüğünü de savunmuştur.

“Dünyada savaşlar kadar vebalar da meydana gelmiştir. Vebalar da, savaşlar da insanı hazırlıksız yakalar.”

İnsanların, ölümle yüzleşmesiyle birlikte, maskelerinin yerine gerçek yüzleri ortaya çıkmaktadır. Ama diğer yandan her ne pahasına olursa olsun, bu durumun üstesinden gelmeye çalışan insanlar da vardır. Bu insanlar, Doktor Rieuxun öncülüğünde bir araya gelip veba illetiyle mücadele ederken, aslında içlerine düşğü saçmalığa başkaldırırlar.

«Baş kaldırıyorum, öyleyse varız.

Anlatı, Doktor Rieux’un gözünden dostu Tarrou’nun günlüklerinden yararlanarak aktarılır. Şahit olduğu idam mahkûmunun yaşadığı korku ve titreme, Tarrou’nun hayatında dönüm noktalarından biridir. Savcı olan babasına başkaldırır ve hayatın saçmalığı karşısında kaybettiği huzuru arar, kendini ait hissetmediği dünyada.

“ ‘Evet’ dedi Rambert, ‘ama tek başına mutlu olmakta utanılacak bir yan vardır’.”

Şehre salgının ilk günlerinde gelen gazeteci Rambert de Oran’a ait değildir ama dünyaya sıkı sıkıya bağlıdır. Sevgilisinin yanına giderek mutluluğu seçmek istemektedir. Bunun için karantinadan kaçış planları yapsa da, vebaya karşı direniş hareketinin içindedir.

Rieux da karısından uzaktadır. Salgın başlamadan, verem tedavisi için başka şehre gönderdiği karısıyla sadece telgraf yoluyla iletişim kurmaktadır. Rambert’in tersine bir kabullenişin içindedir. Aslında her iki yol da aynıdır, absürt bir hayatın içinde yaptığımız eylemler birbirinden farklı değildir. Doktor Rieux, ölüme o kadar çok alışmıştır ki, bir çocuğun, yakın arkadaşının, karısının ölümü karşısında bile kayıtsızdır.

“… veba sevme gücünü ve hatta dostluk duygusunu herkesin elinden almıştı. Çünkü aşkın biraz olsun geleceğe gereksinimi vardır ve bizler için kısa anlardan başka bir şey yoktu artık.”

Yaşam ile ölümün birbirine bu kadar yaklaştığı anda, yaşamın anlamını ya da anlamsızlığını sorgularız roman boyunca. Bir diğer karakter ve veba gönüllüsü olan Rahip Paneloux, insanları hayata bağlamak için, felaketlerin tanrı tarafından yollandığı, insana özgü olmadığı ve geçici olduğunu dile getirerek, felaketleri gerçeküstü kılar.

“Geleceği, yolculukları ve tartışmaları ortadan kaldıran bir vebayı nasıl düşüneceklerdi ki? Kendilerini özgür sanıyorlardı, oysa felaketler oldukça kimse asla özgür olmayacak.”

Paneloux ölmeyi red edip başkalarının hayatına nüfuz ettiği ölçüde varoluşunu anlamlandırır. Ateist olan Doktor Reiux ise, kendini sonuna kadar Tanrı’nın ellerine bırakmayıp, gerçeğin yolunda olduğuna inandığı için insanlara yardım eder. Paneloux kendi vebalı düşüncelerinden vaz geçemeyip ölüme giderken, yazar ve memur olan Grand’ın durumu farklıdır. Neredeyse hayatı boyunca şapka çıkartılacak bir cümle için çalışan Grand, tutkusundan yani vebalışüncelerinden vazgeçerek bu hastalığı yenecektir.

“Hayatın saçmalığını saptamak, bir sonuç değil aksine bir başlangıçtır.”

Corona salgınıyla birlikte ölümün yakınlığını hissettiğimiz günümüzde ‘hayat’ karşısında gerçek fikirleri oluşturacak mıyız?

“.. Vebadan sonra bunu yapacağım, şunu yapacağım… Sakin duracakları yerde varoluşlarını zehirliyorlar.”