Büyük usta Krzystof Kieslowski’nin, sinema tarihine geçen yapıtlara (Dekalog serisi, Üç Renk serisi vd.) imza atmadan önce yaptığı bazı kısa belgesel ve propaganda filmleri var. Lodz Sinema Okulu’ndan mezun olduktan hemen sonraki yıllarda yaptığı bu filmlerden biri, Between Wroclaw and Zielona Gora (Wroclaw ile Zielona Gora Arasında, 1972), Polonya’nın Wroclaw kenti yakınlarındaki maden kasabası Lubin’de yaşayan genç bir maden işçisinin yazdığı mektup üzerine kuruludur. Bölgede sosyal yaşamın ne kadar zengin, çalışma koşullarının ne kadar iyi olduğunu anlatan 10 dakikalık bir tanıtım/propaganda filmi.

Kieslowski’nin filmde sadece bir cümleyle değinip geçtiği Wroclaw, Aşağı Silezya Voyvodalığı olarak adlandırılan bölgenin idari merkezidir. Bohemya (Prag) ile kapı komşusu olan Wroclav’ın özellikle 1980'lerin ortalarından itibaren görünür hale gelen bir başka yanı var: Burası korku ve gerilim anlatıları için çok uygun bir mekân. Üstelik sadece set olarak da değil; 2012’de uluslararası bir ‘horror-con’a (korku edebiyatı konferansı) ev sahipliği yapan Wroclaw, bu yıl 3 Kasım’da başlayacak 8. Uluslararası Fantastik Filmler Festivali’nin de (Splat! FilmFest) Varşova’dan sonraki ayağını oluşturuyor.

***

Polonyalı polisiye roman yazarı Marek Krajewski’nin uluslararası düzeyde üne kavuşmasını sağlayan 12 romanın hepsi, İkinci Dünya Savaşı öncesi Wroclaw’da geçer: Death in Breslau, The End of the World in Breslau, Phantoms of Breslau vd.- İkinci Savaş’ın sonuna kadar Nazi Almanyası'nın bir parçası olan Wroclaw’ın adı o zamanlar Alman karakterini vurgulamak için Breslau idi- kitaplarda Dedektif Mock’un çözmeye çalıştığı korkunç olaylara tanık oluruz.

Çok sayıda yerli ve yabancı yazarın öyküleri için Wroclaw’ın en uygun yer olduğunu düşündüğünü biliyoruz: Düşsel diyarlarda geçen fantastik romanlarıyla bilinen Andrzej Ziemianski’nin hepsi Wroclaw’da geçen bir gerilim romanları serisi var mesela. Şikagolu iki arkadaşın, isimsiz bir mektubun peşinde tuhaf bir hazine avı için Wroclaw’a gittiği Andrzej Heyduk romanı The Breslau Conspiracy, ya da, Wroclaw’da İblis adlı bir otelde kalırken cehenneme yakışır olaylar yaşayan Foster Morley’nin mide bulandıran öyküsünü okuduğumuz Edward Lee anlatısı An American Tourist in Poland gibi başka pek çok örnek sayılabilir.

1980'lerin ortalarında yapılmış vampir ve kurtadam temalı bazı Polonya filmlerinde rastladığımız Wroclaw, 2018’de gösterime çıkan Plagi Breslau (Breslau Vebası) adlı polisiye-gerilim filminin de başrolündedir. Wroclaw’da bir seri katilin her akşam saat 6’da yozlaşmış bir devlet görevlisini feci yöntemlerle öldürmesini anlatan film, yöre folkloruyla şöyle bir bağlantı kurar: Prusya Kralı 2. Friedrich, 1741’de ele geçirdiği Wroclaw’da karşılaştığı toplumsal çürümeyi ‘Breslau Vebası’ olarak adlandırmıştır. Bu hastalıktan halka korku salarak kurtulmak için, bir hafta boyunca her akşam saat 6’da rüşvetçi, zalim, görevini kötüye kullanan devlet görevlilerinin işkence edilerek öldürülmesi emrini verir. Filmin söylemi, 1741’den 2018’e kadar geçen sürede ‘Breslau Vebası’nın ortadan kalkmadığını vurgular.

Aynı yıl yapılan bir başka gerilim filmi, Wilkolak (Kurtadam), İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, Wroclaw yakınlarında bulunan Gross-Rosen Toplama Kampı’nda hayatta kalmayı başarmış bir grup çocuğun Kızıl Ordu tarafından kurtarıldıktan sonra yaşadığı dehşeti anlatır. Yöredeki bir malikâneye yerleşen çocuklar, bir yandan su ve yiyecek bulmak için uğraşırken, bir yandan da kampta çizgili mahkûm kıyafetlerine düşman olarak yetiştirilmiş kurt köpeklerine karşı mücadele eder. Filmin asıl derdi, ‘içimizdeki Nazi’yle karşılaşmanın dehşetini göstermektir. Bunun için de set olarak Varşova ya da Krakow’u değil, Wroclaw’ı seçer.

‘Wroclaw dehşeti’ne dair şimdilik son örnek, geçen hafta Netflix’te gösterime girdi. Hellhole/Cehennem Azabı adlı bu korku filminde, Wroclaw’da ‘şeytan çıkarma’ konusunda ünlü bir manastırda yaşanan kayıp ve cinayetlerle ilgili bir öykü izleriz. Filmdeki Wroclaw manastırının özelliği, doğrudan cehenneme indiğine inanılan bir kuyunun üstüne inşa edilmiş olmasıdır.

Ne yazık ki ülkenin filmdeki öyküyü besleyen bir tarihsel gerçekliği de var: Katolik Kilisesi’nin çok güçlü olduğu Polonya, bugün dünyada en fazla ‘şeytan çıkaran’ (exorcist) rahibin bulunduğu yer olarak biliniyor. Hatta Katowice kentinde rahiplerin özellikle şeytan çıkarma eğitimi aldığı bir manastır bile var. Deutsche Welle’de geçen bir röportaja göre, buradaki şeytan çıkaranların en sevdiği söz de şuymuş: “Şeytan, inancın en güçlü olduğu yerde yaşar.”

Polonya’nın yakın tarihiyle ilgili (özellikle 1957-1987 arası) metaforik bir düzeye oturtulan Hellhole, Hitler’in çok sevdiği bir kent olan Breslau’dan günümüzdeki Wroclaw’a giden yolda çok fazla bir şey değişmediğine dair olumsuz, hatta neredeyse tümden nihilist bir bakış açısına sahip gibi görünüyor.

Kim bilir, Wroclaw’dan hiç söz etmeyen Kieslowski’nin bir bildiği vardır belki de…