Yapmak istediklerimizin listesi şimdi yapılamayacaklar listesi oldu… Ben otururken gelecek saçlarımı toplayacak , boynumdan öpecekti. Yüzüme hüzünlü bir tebessüm oturdu

Veda

AYSUN TİRGİL

Yabancısı olduğum bu şehirde bir tanıdıkla karşılaşmış gibi, belki de aylardır süregelen alışkanlığımdan kurtulamadığım, siluetini ufuk çizgisine yerleştiğim için, derin bir özlemle seyrediyorum denizi.

Sırtımı surlara dayayıp, yüzüme vuran iyot kokusu belleğimi tazelerken rüzgar saçlarımı dağıtıyor. Şuursuzca geldiğim bu noktada, şuursuzca duruyorum. Kelimeler zihnimdeki şaryoya yerleştirdiğim beyaz kağıda on parmak daktilo yazan birisinin hızında akıyor. Sebebini biliyorum. Bunları ona söyleyememiş olmak. Defalarca tekrarlamaktan müsamere çocuğu gibi ezberlediğim cümleleri ona söyleyebilseydim, çoktan unutulup gitmiş bu “tahammül mülkünden” kurtulmuş olacaktım. Ama öyle bir zaman olmadı…

Yapmak istediklerimizin listesi şimdi yapılamayacaklar listesi oldu…Ben otururken gelecek saçlarımı toplayacak , boynumdan öpecekti. Yüzüme hüzünlü bir tebessüm oturdu.

Elimdeki telefondan kulaklık marifetiyle kulağıma , kulağımdan tüm hücrelerime ulaşan türkü de Neşet Ertaş “Neredesin sen” diyor. Kaç türkü geçtik de geldik buraya.

Gün batımı buluşma saatini haber veriyor. Sorup öğrendiğime göre gideceğim yer çok yakın, yavaş yavaş yürümeye başladım.

İnsanın her an yanında olacak bir dostunun olması, gönlünü tam açabilecek samimiyete erişmesi büyük varlık.

Mekana geldiğimde, bahçenin ucundaki son masada, her zamanki şıklığıyla, bekliyordu. Onu gördüğüm an heyecanım mı özlemim mi ağır bastı bilmiyorum.

Bildiğim güvenli bir limanda olduğum duygusunu hissettiren kokusunun, birazdan anason ve iyot kokusuna karışacağı.

Hep olduğu gibi, zor günlerimde karşımda…

“Muhabbet dediğin karşı karşıdır” Karacaoğlan sözleri Musa Eroğlu’nun sesinden oturduğumuz bahçeye yayılıyor…

Severim böyle tesadüfleri, yerine denk gelen türkü, mevsiminde okuduğun kitap gibi; “Kar yağıyor” der, tülü aralarsın, sokak lambasının etrafında uçuş uçuş kar taneleri...

Türkünün etkisi miydi yoksa varlığının mı bilmiyorum gün boyu düşündüğüm şeyler, geldi sözcüklere dökemeden göz pınarıma toplandılar. Susarak özleyenlere has tavırla, susarak denizi seyrettik…

Sessizliği dost sesi böldü

-Karadeniz kıyısındayız ama rakı Ege’de içilir, dedi

-Rakı türküyle içilir dedim

-Rakı muhabbetle içilir dedi.

-İçimizdeki dahil diyemedim.

Konuya bir yerden girmem gerektiğinin farkındaydım.

“Aşık olmadım” dediğinde, inanamıştım ama “türkü sevmiyorum” dediğinde inandım dedim, türkü seven birine sevmeyen birini şikayet ediyor gibi…

-Ne kadar şanslı, bir yerde yemek yerken hiç beklemediği anda, duyduğu bir türkü lokmalarını boğazına dizmeyecek, bir dizenin ardından diğerleri dizilirken içkisi lav olup genzinden akmayacak.

“Acaba o mu şanslı “dedi, “yoksa bir türküyü bir aşka bağlayıp, onu aşkın en mahrem sırları arasına alan , o türküyü başkasıyla paylaşmayan türkü sevenler mi?..”

Ne demek istediğini anladım…

Sabahattin Ali’yi oyalayan dalgalar, bir dost ses eşliğinde beni avutuyordu.

Siyaset, edebiyat, gündem konuşurken günler sonra soluk aldığımı ferahladığımı hissettim.

Biraz daha kalmak istediğimi söyledim, çünkü sevda gibi vedalar da iki kişilik.

Geldiğim bu şehirde onu bırakarak döneceğim…

Toparlandım.

Mekanda, telefonda ne çaldığını bilmiyorum ama, ruhumda çalan; “işte gidiyorum çeşm-i siyahım”