Geçen pazar Eğitim Üretim İçindir yapıtıyla andığımız Harun Karadeniz’in de arkadaşıymış, köy enstitülü Veli öğretmen. Onunla tanıştığımda nasıl da dünyam değişmişti. Eski bir Anadol’u vardı. Evinin kendi ekip biçtiği küçük bahçesinin bir yanında otomobilini onarıyordu o gün. Sessizce izlemiştim: Ne iyi, adam arabadan anlıyor. Sonra bir başka gün, evin suları akıyor; borular mı bozulmuş ne, söküp yenilerini takıyor. “Veli abi,” diyorum, “sen bu işten de mi anlarsın?” “Bu ne ki! Küçük müçük amma şu gördüğün evi ben yaptım,” demez mi. “Nasıl yani, tümünü mü?” “Eh, birkaç kişi yardım etti; şunu bunu taşıdılar getirdiler götürdüler işte.” Derken bir haber geliyor okuldan, kaloriferler çalışmıyor diye. Kızıyor: “Bir de usta olacak, şu kazanı bir türlü halledemedi!” Ve hışımla çıkıp gidiyor. Döndüğünde, soruyorum ne oldu diye. Durulmamış, burnundan soluyor: “O ustayı bir elime geçirseydim kesin pataklardım!” diyor önce. “Okulun kaloriferleri çalışıyor artık, çocuklar donmayacak.” Vay anasını, onu da kotarmış. Sen kimsin necisin be adam? İçimden geçenleri mi okuyor ki, “Benim köyü anlatayım sana,” diyor birden…

“Köye geldiğim o ilk gün… Kahvede söyleşiyoruz uzun uzun. Bir süre sonra, beni küçümser alaysı bakışlar yakalıyorum ve doğrudan soruyorum birine: ‘Evet amca, nedir?’  ‘Ya öğretmensin de, sen bu anlattıklarınla yani, her şeyi biliyon gibi konuşuyon…’  ‘Yok öyle her şeyi değil…’  Beni duymazca sürdürüyor: ‘Madem öyle o zaman, bizim evin damı akıyo, gel bi bak bakam, yapabilicen mi?’  Kahkahalardan yıkılıyor ortalık. Ben de varım içlerinde. ‘Yaparım’ desem kim inanırdı ki zaten… Köy yoksul. Bakımsız. Toprak öylesine çıplak, her yer balçık çamur deryası. Dikili bir tek ağaç yok ortada. Köyde onca ihtiyaç varken devletten gele gele toy bir öğretmen... Gülmeler durulunca, ‘Hele bir varalım şu senin eve…’ diye girişmez miyim. ‘Haydaaaa, şaka mı yapıyon be hoca?! Yettin gayrı, sen ne anlıcan damdan!’ ‘Yahu anlarım anlamam, bir görelim,’ deyince, ‘Git allanısevesen…’ diyor amca bu kez tepkiselce. Onun bu tatlı sert çıkışıyla, haydaaa, yeniden bir kahkaha tufanı kahvede. Neyse, herkesin içi rahat; bu yeni gelen öğretmen safın teki. Sevimli. Öyle ukala falan da sayılmaz. Biraz palavracı; eh bu da eğlendiriyor onları. Çaylar gidip geliyor, içiliyor da içiliyor. Amcanın kımıldamaya niyeti yok. Gerçekleştirmesi olanaksız bir şey hakkında atıp tutan; şehirli, atak, kaba değilse de biraz şakacı birisiyim onun da gözünde o kadar! İçim dışım çay olmuş, bir daha tazelenecek ki bardağım, ‘yeter,’ diye teşekkür edip, ‘e hadi ama?’ demez miyim amcaya; derim! Bunu duyduğuna inanamıyor kulakları. ‘Ne de inatçımışın!’ diyor. Ve sağına soluna bakınıp: ‘Dalga mı geçiyo benimle ey cemaat!” derken de bana sataşıyor: ‘Sen kim, dam aktarma kim; öğretmen ne anla köylük yerden, köylünün işlerinden hallarından, tövbe tövbe.’ Öyle köklü sarılmış ki bu inançsızlığına, bağdaş kurmuş sedirde oturup duruyor. Tembel tembel yayıldığı yerinden kalkması pek zor. Ama pes eder miyim, yakalayacağım bir yerden: ‘Hah,’ diyorum, ‘demin dedin ya, oğlum var, sana okula vereceğim, hem onu da görürüz. Evini yurdunu öğrenmiş olurum…’ Sus pus duruyor. ‘Hadiii ama yaa... Ne olacak ne kaybedersin ki…’  Sonunda ısrarıma dayanamıyor ‘İyi pekim,’ diye elini uzatıyor. Kalkmasına destek oluyorum, kendime doğru çekerek. ‘Bak hoca anlaşalım şimdiden; kızı görürsen tutturmayacan ona da okul mokul diye! O kalacak evde anasına yardım edecek.’ Elimi bırakmıyor, sallayıp duruyor sıkı pazarlıkçı. ‘Senle sonra konuşuruz kızı. Şimdi bir düş önüme,’ deyip, kırıldı kırılacak parmaklarımı zar zor kurtarıyorum mengene gibi sıktığı avucunun içinden…”

Veli abi de çay demledi. Bardaklarımızı dolduruyor. Uzayıp giden sessizliğe katlanamıyorum: “E, sonra?” diyorum. “Dur bi ya! Boğazımız kurudu, bir yudum alalım önce şundan.”  Az sonra bu kez sessizliği o bozuyor: “Sanki seni almış da karşısına masalcı Veli abi, uyduruyor da uyduruyor ha?”  “Aşk olsun, hiç öyle olur mu…” “Yaşadıklarımı anlatıyorum sana!“ diyor.  “Sen inanılmazları kotarıyorsun da…” diyorum. “Köy enstitüsündeki çalışmalar, köyde üretimi gerçekleştirmek için, onların gereksinmelerine göre düzenlenmişti. İşte köye gidiyorsun, köylünün damını onarıyorsun, ‘vay be’ oluyor; bahçesini toprağını nasıl ne edecek gösteriyorsun ‘vay be’ oluyor; hayvancılıkla ilgili bilgilendiriyorsun ‘vay be’ oluyor; ağacını çiçeğini böceğini söylüyorsun…”  “ Bu kez ben ‘vay be’ diye atılıveriyorum kendimi tutamayıp.

Bugünleri görseydin acaba ne derdin Veli abi şu: 4+4+4 olayına? “Geç masalı” mı derdin? “Veli abi, sende de masal hiç bitmiyo valla!”  “Masal biter mi Zafer?!”  “O zaman şu köy enstitüleri masalını anlat biraz…”  “Haa, o bir başka masal aslında…”