“Köy enstitülerini soruyordun,” diyor Veli abi. Sonucunu bildiğim için acılıyım. Öyle olmamalıydı, sürmeliydi, kapatılmamalıydı düşüncesi bende abartılı bir duygu seline dönüşünce tersçe söylenebiliyorum:  “Ben bir masal soruyordum, Veli abi!” Burukça bir alaysılığı da içerse gerçekte dert yanmakta olduğumu algılıyor. Çizgileri derinleşmiş yüzle göz bebeklerimin içine yaşlı yaşlı bakaduruyor bir süre, sonra konuşuyor böle böle: “Köy… Eğitim… Enstitülerini…” “Evet,” diyorum. “Masal oldu ha?” diyor kendi kendine konuşurca.  “Sanırım öyle oldu,” diyorum. Benim olumsuzluğuma, o “inanılmaz bir olaydı” yorumuyla yaklaştığından, oturduğu yerde şöyle bir toparlanıp özlemle anarca “gerçekten masal gibiydi…” diyor ve de soruyor: “İyi de, ama ne tür bir masal?” Tür mü? Ne diyeceğimi bilemiyorum. “Oldum olası sevmem masalların çoğunu aslında,” diyor beni hiç bekletmeden. “İçlerinde ne yanlış öğretileri barındıranlar vardır bir bilsen!” “Hangileri, yani örnekse?” “Sonra konuşuruz bunları, konuyu dağıtmayalım… Ben de o öğretmenlerden biri, canlı tanığıyım dönemin ama aktaracaklarım Harun’dan (Karadeniz) olacak; yeterince özetlemişti Eğitim Üretim İçindir kitabında… Köy enstitüleri, eğitim tarihimizde çok önemli bir deneme. İlkeleri, uygulamaları ve sonuçlarıyla, apayrı özellikte bir eğitim kurumu. Türkiye’nin koşullarına göre üretime dönük eğitim ilkesi. Köyde üretimi gerçekleştirmek isteyen bir eğitim düzeni… Tarım, hayvancılık başta olmak üzere bir sürü alanlarda üretim için köylünün işine yarayacak bilgiler ve gerekli aletlerin yapım ve bakımıyla ilgili bilgiler öğretilmişti bizlere. Halkın ihtiyaçlarını karşılamaya, yani doğru bir üretime yönelik tek eğitim kurumuydu diyebiliriz…” “Peki merakımı hoş gör, ancak ne oldu da…” “Dinlemesini bil… Köy enstitülerinin köye getirdiği hareketlilik içinde, köyün üretimi artıp kendi kendine yetmeye yönelince, yeni kişilik kazanan köy insanı egemen güçlere daha az boyun eğen bir duruma geliyordu. Çünkü köy enstitüleri, köyün bütün ihtiyaçlarına cevap vermeye yöneldi. Ebe ve sağlık memuru bile yetiştirmeye başlandı.” “Yok ya.” “Öyle ya! Giderek köyler, kendi kendine yeten, yaptığı üretimle kente muhtaç olmayan birimler olmaya başladı. İşte bu yöneliş, siyasi iktidarın istemlerine aykırı düşüyordu. Köy enstitülerinin kuruluşuyla köydeki üretim metotları da gelişiyor, kullanılan üretim araçları yetkinleşiyor, altyapıdaki değişmeler iktidarı etkiliyor, köy yepyeni bir ekonomik yapıya doğru ilerliyordu. Enstitüler, salt üreten değil, yeniyi, bir sonraki yeniyi yaratabilecek insanları yetiştiriyordu. İktidar köyü daha fazla kendine bağlamayı planlarken, kendi sorunlarını çözmeye yönelen köyler gittikçe daha bağımsızlaşıyordu. Bu da köydeki değerlerin kolayca ele geçirilmesini güçleştiriyordu...” “Ve oylar da elden gidiyordu.” “Aferin, kafan çalışıyor… Sonuçta iktidar bahane ve gerekçelerini hazırlayarak enstitüleri kapattı.” “Çok yazık olmuş, çok.” “Ah, sayımız yetersizdi; eğer bu olay daha bir yaygınlaşabileydi, yok mu…” Gene tez canlı, ”ülkeye sosyalizm gelirdi,” çıktı  ağzımdan. “Bak sen, neler de biliyormuşsun…” dedi Veli abi; ne bir küçümseme, ne de alay, yalnızca ‘bu çocukta iş var’ dercesine yukarıdan aşağıya bir süzüş, babacan… “Neyse al şu masanın üzerinde duran kitabı,” diyor, “sana ayırmıştım. Al onu oku da…” Tamamlıyorum bilmiş bilmiş: “Adam ol…” Yaş farkına bakmaksızın, artık arkadaşız ya, takılabiliyorum bir cesaret: “Ne bu, bir masal kitabı mı gene?” “Yaa, masal ya.” “Kusura bakma sorucam; hani sen demiştin tür mür de; bu ne tür?” “Sen öyle pişmiş kelle gibi sırıtacağına, biraz dikkatini topla, görmüyor musun evladım yazıyor üstünde politik diye!” “Ha sahi,” diyorum, “Politik Çocuk Kitabı…”