Memlekette tüm işçilerin ve elbette çocuk işçilerin sesi olacak, piyasa yaralarını sarmaktan öteye gidecek bir sol siyaset gerekiyor. Mevsimlik tarım işçilerinin yaşadıkları iş ya da trafik kazaları sonrası açıklama yapmaktan, raporlar ve istatistiklerle onların durumunu gözler önüne sermekten daha öte bir şey gerekiyor

Verelim dünyayı mevsimlik çocuk işçilere bir günlüğüne

Üç milyonu aşkın gezici-geçici mevsimlik tarım işçisi; kadını, erkeği, çocuğu ve yaşlısı ile çalışmak için değişik illere göç ediyor. Mevsimlik göç, tarlada, bahçede ve serada üreten işçilerden oluşuyor. Ücretli işçi olarak çalışıyorlar çünkü kendilerine ait ya da kiraladıkları arazileri veya üretimde kullanacakları tarım araçları yok. Küçük ya da orta boy işletmelerde de çalışanlar var, endüstriyel üretim yapan büyük işletme ve plantasyonlarda da.

Konya’da şeker pancarı çapası ile başlayan hikâye Aksaray’da ayçiçeği, Ordu’da fındık, Nevşehir’de fasulye, Kayseri’de kabak, Urfa’da pamuk diye devam ediyor. İşçilerin çoğu kendi olanakları ile kurdukları çadırlarda yaşıyor. İşverenin gösterdiği alanda çadır kuranlar, çadırdan çıkıp köy hayatına karışamıyor. Kalınan yerler, temiz su ihtiyacı, sağlık ve eğitim hizmetleri, hepsi ciddi sorunlar. Bir araştırmada karşılaştım, araştırmacı soruyor: “Mevsimlik tarım işini herkes yapabilir mi?", “Yapamaz” diyor kadın. “Kim yapabilir?” diye soruyor araştırmacı, kadın cevap veriyor: “Çok çilesi olan...”

Mevsimlik tarım işçilerinin arasında yükü en ağır ve sahipsiz olanlar ise çocuklar. Eğitimlerini yarıda bırakıyorlar, haftanın yedi günü, günde yaklaşık 12 saat çalışıyorlar. Eğitime katılımları, eğitimde kaldıkları süre ve eğitimin onlara sunacaklarına olan inançları ise her geçen gün azalıyor. İstatistiklerde mevsimlik olarak çalışan çocuklara ilişkin veri bulmak neredeyse imkânsız. Yalnızca bu durum bile tarımda çalışan çocukların görünmezliğini anlatıyor.

Mevsimlik çocuk işçiliği, gazeteci Mehmet Ülger’in Mevsim Çocukları (2008) isimli belgeselinde yer alan “fındık yiyemeyen çocuklar” teması ile gündeme geldi. Fındıkta çocuk işçiliği üzerine bir değerli araştırma da Sebiha Kablay’ın. Mevsimlik Gezici-Geçici Çalışma: Çocuk İşçiler adlı araştırma, Kablay’ın Ağustos 2013’te Giresun ve Ordu’da fındık hasadı sırasında çocuklarla yaptığı görüşmelere dayanıyor. Fındıkta çalışan çocuk işçilerin çalışma koşullarını, eğitimlerini ve gelecek beklentilerini okuyoruz bu araştırmada.

Kim bu mevsimlik çocuk işçiler: Küçük bahçe sahiplerinin çocukları, Gürcistan’dan gelen yabancı işçilerin çocukları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden gelen Kürt mevsimlik tarım işçilerinin çocukları ve Suriyeli göçmen işçilerin çocukları.

Fındık toplayan çocuk işçiler, genellikle aileleriyle birlikte nisan ayının ortalarından ekim ayının sonuna kadar mevsimlik tarım göçüne katılıyor. Nisan ayında çilek toplamak için Mersin’den başlayan yolculuk ekim ayı sonunda Nevşehir’de patates toplayarak sonlanıyor. Çocuklar, en çok çilek toplamayı seviyor.

Geleceğe dair beklentilerde 8-14 yaş arası çocuklar daha umutlu yanıtlar verirken, 14 yaş üstü çocuklarda gelecekle ilgili beklentiler tükeniyor. Çocukların yaşları büyüdükçe hayata dair umutları azalıyor ve ailelerinin kaderini yaşayacaklarına inançları artıyor. Erkek çocuklar ise çok sigara içiyor.

Memlekette tüm işçilerin ve elbette çocuk işçilerin sesi olacak, piyasa yaralarını sarmaktan öteye gidecek bir sol siyaset gerekiyor. Mevsimlik tarım işçilerinin yaşadıkları iş ya da trafik kazaları sonrası açıklama yapmaktan, raporlar ve istatistiklerle onların durumunu gözler önüne sermekten daha öte bir şey gerekiyor. Bunun için iki temel noktayı göz önünde bulundurmak kritik.

Öncelikle, her türlü emek biçimi ile sınıfın yaşam ve çalışma koşulları sol siyasetin gündeminde olmalıdır. Emeğe ilişkin sorunlar ve gelişmeler yalnız dönemsel parlama anlarında, olaydan yola çıkmak suretiyle “el atılan” gündemler değil, siyasetin temel bileşeni haline getirilmelidir. Elbette bu başka bir siyaset yapma biçimini öngerektirir.

İkinci nokta ise, ilkine bağlı olarak emek siyasetini sol siyasetin omurgası haline getirmektir. Emek siyaseti, solun pek çok “renginden” biri olarak değil, karşı-hegemonyanın ekseni olarak kavranmalıdır. Diğer durumda dünyanın yeni zamanlarının ruhu öne çıkar ve soldan geri kalanlar giderek solgunlaşır ve etkisizleşir.

“Çocuk işçiliği olmayan bir dünya mümkün mü?” sorusunun cevabını kapitalizmin dinamikleri içinde aramak çok anlamlı görünmese de; yaşadığımız dünyada çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılması mücadelesi her koşulda zorlanmalıdır. Küçük insanların gelişme ve eğitim hakkını savunmak, küçük insanların oyun oynama hakkını savunmak toplumsal olanı savunmaktır: Piyasalara karşı toplumu, sermayeye karşı emeği, barbarlığa karşı insanlığı. Çünkü ancak o zaman başka bir dünyayı mümkün kılabiliriz.

O zaman büyük Usta’nın sözünden hareketle, verelim dünyayı mevsimlik çocuk işçilere bir günlüğüne. Oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında. Ve, bir günlük de olsa öğrensin arkadaşlığı dünya.