Türkiye’de hemen hiç konuşulmayan bir konu var ise o da kimin ne kadar vergilendirilmesi gerektiği ve bu vergi gelirlerinin nasıl harcanmasıdır. Vergi oranlarında bir değişikliğe gidilecekse, gidilir. Bu hiç tartışılmaz. İktidar sahipleri neyi nasıl uygun görüyorsa öyle karar veriyorlar. Hangi vergi oranını neden o seviyede belirlediklerine ilişkin kamuoyuna bilgi verme ihtiyacı bile duymuyorlar.

Vatandaşın da bu konuya pek ilgi gösterdiği söylenemez. Vergi oranlarının yüksekliğinden şikâyet ettiği pek görülmez. Eğer bir oranı çok yüksek buluyorsa, o oranı sorgulayıp, onu belirleyenlere hesap sormak yerine, kendince daha kolay olan bir yolu seçip vergiden kaçınmaya çalışıyor.

Bunun en yakın örneği son birkaç gündür haber olan sahte içki olayında görüyoruz. Yasal olarak üretilip satılan içkilerdeki vergi oranı o kadar yüksek ki vatandaşın bütçesi o vergi oranlarının yol açtığı yüksek fiyatları karşılamaya yetmiyor. Parası yetmediği için de kendince bir yol bulup kayıt dışı üretilen içkileri tüketmeyi tercih ediyor. Yakın zamana kadar evlerde bol miktarda içki üretildiğini biliyoruz. Çoğu kişi piyasada satılan etil alkolü alarak uygun oranlarda diğer malzemeleri de katarak içki yapmayı öğrendi. Bu tür üretimlerin yaygın olarak yapıldığını biliyoruz. Bunu yaparak da vergiden kaçınmaya çalışıyorlar. Konu çok yaygınlaşınca iktidar sahipleri bunu önüne geçebilmek için etil alkol satışını yasakladı. Artık kendisi evde üretemediği için başkalarının ürettiğini düşündüğü içkileri vergisiz olarak alma yoluna gitti. Ama o üretimleri yapanlar ise etil alkol yerine metil alkol kullanmaya başlayınca olanlar oldu. Bu hafta elli vatandaşımız bu ürünleri tükettikleri için hayatlarını kaybettiler.

Sadece içkide değil araç, cep telefonu vb. pek çok üründe de farklı adlar altında (ÖTV, TRT payı, KDV vs.) çok yüksek oranlarda vergi uygulanıyor.

Peki, sadece vergileri mi sorgulamıyoruz? Toplanan vergilerin nasıl harcandığı konusunda sorgulama yapıyor muyuz? Sonuçta iktidar halktan vergi olarak aldığını halk için harcamak zorundadır. Bu harcamayı yaparken hem sosyal adaleti ve kalkınmayı önceleyecek hem de kaynakların verimli kullanılmasını sağlayacak bir anlayışın hakim olması lazım.

Gördüğümüz kadarıyla vergi politikası belirlenirken adalet ve etkinlik kavramlarına hiç riayet edilmiyor. Dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payının yüksek olması, vergi politikasının adil olmadığının en temel göstergesidir. Etkinliğin olmadığını da sık getirilen vergi aflarından biliyoruz.

Harcamalar tarafında da benzer bir durum söz konusu. Kamu kaynaklarını verimli kullanmaları zorunlu olanlar buna hiç dikkat etmiyor. Çiğdem Toker’in çok yakından takip ettiği ve sürekli gündemde tuttuğu 21/B ihaleler bunun en iyi örneğidir. En ucuza yapacak olana vermek yerine istediğine işi verme imkânı sağlayan bu uygulama kamu kaynaklarının kullanımındaki tercihi göstermektedir.

Salgın döneminin bir kez daha tüm çıplaklığıyla yüzümüze çarptığı yoksulluk gerçeğinin çocukların eğitiminde nasıl sorunlara yol açtığını görüyoruz. Tüm çocukların ücretsiz bir biçimde internet erişimi ve bilgisayar ihtiyaçlarını karşılamayan iktidar, toplanan vergilerin harcandığı yer konusunda sorgulanmalıdır.

Ödenen vergiler ve bunların harcandığı yerler konusunda iktidar tarafından yapılan tercihler sorgulanmadığı sürece ülkede demokrasinin varlığından söz edemeyiz.

Bu sorgulamayı başlatmak için ilk yapılması gereken ise, her yıl her vatandaşa ne kadar vergi ödendiğini ve bu vergilerin nasıl harcandığını gösteren bir belgenin maliye tarafından her vatandaşa gönderilmesini zorunlu kılmaktır.