Bugünlerde Türkiye özelinde sosyal medya akışını “hava döndü işçiden işçiden esiyor yel” sözüyle özetleyebiliriz. İşçilerin taleplerine karşı bulduğu sosyal medya desteği, ‘gözetleme kapitalizmiyle’ işleyen sosyal medya platformlarının olumlu yanlarından ya da ‘buglarından’ biri olarak görülebilir. Zaten bunca insanı bir araya toplayan platformları da asla tamamen olumsuz bir çerçeve içine oturtamayız. Çünkü burada sadece ‘efsunlandığımız’ ya da dikkatimiz ‘hacklendiği’ için değil, aynı zamanda çeşitli düzeylerde fayda gördüğümüz için bulunuyoruz. Tabii açığa çıkan ‘dijital emeğin’ yeni bir sömürü konusu olması da ayrı bir fasıl. Tüm bu çelişkilere rağmen, emek hareketinin sosyal medya kullanımı önemli bir aşama. Ancak sosyal medya her ne kadar direniş için elverişli bir mecraysa da eğer iş salt ‘algı yönetimine’ döner ve o algı abartıyla elden kaçırılırsa, işler başladığı noktadan daha geriye düşebilir. Bu yüzden (hiçbir örneği işaret etmeksizin), konunun tüm taraflarının ‘hakikat’ten asla vazgeçmemeye dikkat etmesi gerekir.


Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda, bugünlerde ‘ücret’ direnişleri üzerinden sosyal medyaya yansıyan emek sorunlarının diğer cephelerine bakmak istiyorum: Bunu da veriler, gözetleme ve algoritmalar diye özetleyebilirim.

İŞÇİ ÜZERİNDEKİ GÖZETLEME BASKISI

Teknoloji hayatımızı bugüne kadar hiç olmadığı kadar kolaylaştırıyor ama bunun bir bedeli var. Bizler evimizde sabırsızlıkla siparişimizi bekler ve teslim sürelerinin giderek daha da kısalmasıyla şımartılırken, müşteri memnuniyetimizin arkasında bir dev bir sistem çalışıyor. Bu sistem işçilerin her saniyesini kameralar, sensörler veya benzer teknolojilerle izliyor. Staten Island’da, eski bir Amazon deposu çalışanı olan ve şu anda Amazon çalışanlarının sendikalaşma mücadelesine öncülük eden Chris Smalls, insanların sendikalaşmak istemelerinin en önemli nedenlerinden birinin gözetlenme olduğunu söylüyor ve bunu “Kim bütün gün gözetlenmek ister? Burası hapishane değil, işyeri” sözleriyle özetliyor.* İzlemeden kasıt aslen “çalışan” üretkenliğini ölçmek ve bu yolla baskı kurmak olsa da Amazon temsilcisi bu takibin gerekçesini, “sorun veya zorluklar yaşayan çalışanlara koçluk” yapmak olarak açıklıyor. Çalışanlar ise performans beklentilerinin altına düştüklerinde cihazların kendilerini uyarabileceğini kaydediyor ve kendilerini izleyen sistemin “bugün kötü bir gün geçiriyorum” veya “bugünlerde evde zor zamanlar geçiriyorum” gibi insani gerekçeleri asla tanımadığını belirtiyor. Şirkette eskiden işçileri denetleyen bir yönetici olarak çalışmış olan Smalls ise “banyo molaları sırasında bile çalışan üretkenliğinin düştüğünü raporlayan sisteme inanmadım” diye özetliyor durumu. Bu konunun, Amazon ile aynı sahiplik yapısı altında olan The Washington Post gazetesinde işleniyor olması da ayrıca dikkate şayan.

GIG MODELİ VE ALGORİTMALAR

Türkiye’de daha çok esnaf kurye uygulamasıyla tanıdığımız gig ekonomi modeli çalışanları şirkete çeviriyor. Gündemde olan kurye direnişleriyle kamuoyu bu konuda biraz bilgi sahibi oldu. Bu modelin emekçilere özgürlük vereceği ve kendi işinin patronu olma lüksü yaşatacağı varsayılsa da uygulamada işin böyle yürümediği, dünyanın pek çok yerinde farklı örneklerle görüldü. Sistem; şirket-çalışan ilişkisini şirket-şirket ilişkisine çevirerek, kapitalizme yeni bir manevra alanı kazandırıyor. Başka bir deyişle büyük sermayenin üzerindeki riski azaltıyor ve riski emekçinin üzerinde bırakıyor. Bu alandaki tek sorun ücretler değil. Çünkü gig çalışanlarının işini yapış şeklini algoritmalar belirliyor. Bu algoritmalar ise çalışanların biriktirdiği veriyle belirleniyor. Yani veri, çalışandan şirkete doğru akıyor, işleniyor ve algoritmaları oluşturuyor. Bu algoritmalar sayesinde çalışan iş alabiliyor veya daha fazla iş yüküne zorlanıyor. Ancak bu algoritmalar şeffaf değil. Buradan yola çıkan Karen Gregory, Wired dergisindeki makalesinde,** bu alanda çalışacak sendikaların, işçilerin bu konuda karşılaştığı zorlukları anlayıp veri haklarının üstlendiği merkezi rol konusuna odaklanması gerektiğini söylüyor ve İngiltere’deki bazı sendikaların üzerine çalıştığı ‘Veri Adaleti Sendikacılığı’nı işaret ediyor.

Bugünlerde sosyal medyada pek çok çalışan direnişiyle karşı karşıyayız. Hangi birine destek verip gündemde tutacağımıza şaşırdığımız bu direnişlerin temelini “ücret artışı” oluşturuyor. Ancak teknolojinin oluşturduğu yeni iş ve gözetleme modelleri, sorunların sadece ücret artışıyla da çözülemeyecek bir noktada olduğunu gösteriyor. Örnekleri ABD’den seçmemin nedeni, gelişen teknolojinin yarattığı baskıyla orada bu konuların daha fazla tartışılmaya başlamış olması. Veri hakları ve farkındalığı konularını bugüne dek daha soyut görünen ‘kişisel verilerimiz’ diye bir başlık altında işledik ama bu verilere emek hakkıyla ilgili verilerimiz de dahil. Performansımız makineler tarafından ölçüldükçe ve toplanan işgücü verimiz işlendikçe sonuçlarını daha fazla göreceğiz. O nedenle, ücret artışı mücadelesinden bir adım sonrasını da konuşmak gerekiyor artık.

* https://www.washingtonpost.com/technology/2021/12/02/amazon-workplace-monitoring-unions/
** https://www.wired.com/story/labor-organizing-unions-worker-algorithms/