29 Ağustos, Recep Tayyip Erdoğan: “Çok büyük badire atlattık, iki aya kalmaz toparlarız.”

10 Aralık, Berat Albayrak: “Türkiye stagflasyona girdi sözleri yanıtını aldı.”

14 Aralık, Binali Yıldırım: “Geçmişte fazla açılmıştık, şimdi biraz toparlayacağız. 3-5 aya toparlarız.”

Ağustos’un üzerinden neredeyse 4 ay geçti. Bu 4 ay içerisinde ekonomi toparlamadı. Ekonomimiz badireyi atlatamamış… Bilakis ekonomide durgunluk içerisine enflasyon gerçeğini yaşıyoruz. Bir diğer deyişle stagflasyon! Peki, hakikaten veriler damadın söylediği gibi “Türkiye stagflasyona girdi” diyenlerimize bir yanıt verdi mi?

Gelişmeler stagflasyonu da aşan bir ekonomik küçülmeye doğru yol aldığımızı gösteriyor! Verilerin bize verdiği yanıt çok açık: Türkiye ekonomisi stagflasyonda. Türkiye ekonomisi ağır bir krizde. Neredeyse tüm veriler Berat Albayrak’a bu gerçeği haykırıyor oysa!

Sanayi üretimi Ekim’de bir önceki aya göre yüzde 1,9 azaldı, bu da geçen yılın aynı ayına göre sanayi üretiminin yüzde 5,7 daralması anlamına geliyor. Bu gerçek ekonomide durgunluğun küçülmeye doğru kötüleşiyor olduğunun işareti. Üstelik sanayi üretimindeki gelişmelerin alt kırılımları bu küçülmenin kalıcı olacağına dair de işaret ediyor. Aramalı, enerji, sermaye malı sanayi üretiminde yıllık küçülme var. Üstelik de aramalı sanayi üretimi yüzde 9,5 küçülmüş, sermaye malı sanayi üretimi yüzde 6,7 küçülmüş. Durgunluk değil küçülme…

Üstelik bu küçülme TL’nin değer kaybı nedeniyle ithalatın da ağır şekilde azaldığı bir dönemde gerçekleşiyor. Aylık ortalama 19 milyar dolar civarında ithalat yaparak üretim bantlarını açık tutan üreticilerin ithalat talebi, ortalama 15 milyar dolara düşmüş. İthalatımızın yüzde 76’sının hammadde ve aramalı, yüzde 13’ünün yatırım malı olduğu gerçeği bu azalmanın üretim bantlarının durmasına işaret ettiği çok açık! Veriler hem kendi ürettiğimiz aramalı ve sermaye malları azalırken hem de ithalat azalmışken üretim bantlarının 3-5 ay sonra nasıl çalışır hale geleceği sorusunu bağırıyor.
2018 üçüncü çeyrekte ekonomi yüzde 1,6 büyüdü. Üstelik Cumhuriyet tarihimiz boyunca yıllık ortalama büyüme yüzde 5 iken! Ve hatta yatırımlar yüzde 3,5 oranında küçülmüşken yarınlara taşınacak üretim kapasitemizin de eriyor olduğu gerçeğini gösterirken… Kapasite kullanım oranı aydan aya azalırken ve bu azalmanın özellikle ara malları ve yatırım mallarında çok belirgin olduğunu tüm gözler görürken…

Üretim kapasitemizin tüm unsurlarının erimesinden çıkan bir stagflasyon ortamındayız. Siyasal İslam’ın yeniden üretim alanına dönüştürülen eğitim, özgürlüklerinden kopartılan üniversiteler, hukuk güvencesinden yoksun bir ekonomide birikecek fiziksel sermaye, AVM-rezidans-megaproje üçgenine yönlendirilen kamu kaynaklarının gölgesinde meralar, fabrikalar… Bu erime yıllardır sürüyor, artık taşınamaz hale geldiği için ekonomik kriz dövizde, faizde, işsizlikte, konkordatolarda, iflaslarda, enflasyonda, durgunlukta kendini gösteriyor.

Kriz ağır… Tüm veriler şunu dedirtiyor bize: “Türkiye ekonomisi makro-ekonomik dengelenme içindedir” diyenler yanıtını aldı.

Ve bu sorunun gelip geçici, konjonktürel olmadığını da görmek açısından çözüme dair iktidarın verdiği takvimin hep “önümüzdeki” birkaç ay olmasından dahi belli! Bir türlü gelemeyen iki ay, bir türlü gelemeyen 3-5 ay. Gelemez de, bu iktidarla gelmez. Zira kriz bu iktidarın bilerek ve isteyerek kurduğu düzenin yapısından kaynaklı. Dolayısıyla düzeni değiştirmeden krizin aşılması mümkün değil. Değiştireceğimiz düzen rantçı, adaletsiz, anti-demokratik, tek adam rejimi… Kuracağımız düzen üretici güçlerden yana, eşitlikten yana, sosyal devletten yana, katılımcı demokrasiden yana olacak! İşte ancak bunu kurduğumuzda bu badire atlatılacak, stagflasyondan çıkacağız, toplumsal olarak toparlanacağız. Bunu da Saray rejiminin yapması mümkün değil! Biz yapacağız! Biz yapmak zorundayız! Ve biz buna yerelden başlamak zorundayız…