Arınç ve Çakıcı ne yaptılar? Bir nevi vekâlet savaşlarının neferleri oldular. Çakıcı, Kılıçdaroğlu üzerinden Bahçeli adına /vekâleten AKP Genel Başkanı’nın sınırlarını zorladı. Arınç ise reform ve hatta Kavala, Demirtaş kelimelerini kullanıp Bahçeli’nin sınırlarını zorladı.

Sınır tanımaz Bahçeli vekâlet savaşını bir kenara bırakıp doğrudan doğruya Arınç’ı hedef alarak kavgada edilmeyecek salvoları sıraladı: “Ahmak. İhanete yataklık. Suça iştirak. Gafil. Ahlaksız üslup. Akılsız teklif.” AKP Genel Başkanı da “fitneci” deyip mecburen onun yanında durdu. Reform da oldu bir fitne reformu.

Peki neden? Nedeni kimin vesayet sahibi olacağı mıdır?

Murat Yetkin hatırlatmıştı: “Erdoğan bütün siyaset çizgisini ‘vesayetlere karşı olma’ üzerine kurmuş bir lider. Askerin, üniversitenin, yargının, bürokrasinin, ya da faiz lobisinin vesayetini yıkma hedefi gizli saklı değil. Ama gelinen aşamada Erdoğan’ın MHP lideri Devlet Bahçeli’nin vesayeti altında olduğu yolunda güçlü izlenim var.”

Vesayet, Marksistlerin literatüründeki bir kavram değildir. Askeri vesayet ya da sivil vesayet demek tek başlarına bir anlam taşımaz, çünkü vesayetin asıl sahibi sermayedir. Çünkü asıl denklem: Vesayet biçim biçim ölürem sermaye içindir. Sermayenin sınıfsal vesayetinin devlet bünyesinde de kurumsallaşmış olması bu yüzdendir. Derin teorik tahlillere gerek yok, Saraylı müteahhitlerin vesayeti, yani şu yokluk ve yoksulluk günlerinde ha bire para ve döviz istiflemeleri bile tek başına yeter.

Ama vesayet (tutelage) kavramını sermaye sınıfı faktörünü görmezden gelerek siyaset biliminde ilk kez Maurice Duverger, Walter F. Weiker gibi siyaset bilimciler kullanmıştır. Siyaset biliminde vesayet rejimleri (tutelage), haldeki durumu sürekli ve kalıcı görmeyip toplumu sonraki süreçlere hazırlamayı hedefleyen yönetimleri anlatır. Mesela onlara göre bir vesayet rejimi sayılan Kemalist dönem, yine onlara göre Batılılaşmayı amaçlamıştır. Bu tür çözümlemelere katılıp katılmamak ayrı bir şey, ama bu tartışmayı vesayet “kavramıyla” değil de, vesayet “kelimesinin” sözlük anlamına bakarak yaparsanız, atış serbest olur!

Bakın işte, “vesayet” kelimesinin “bir yetimin veya akılca zayıf, hasta birinin malını yöneten kimse” demek olan vasilik’ten türetilmiş ilginç bir anlamı bile vardır, her neyse…

Ama bu memlekette kavramsal anlamı bir yana bırakıp askeri vesayet rejimi diye diye onun yerine Cemaat vesayeti rejimine de geçilmişti. Sonra “Milli Şef” değil fakat “Yerli ve Milli Reis” olarak Cumhurbaşkanı vesayeti rejimine geçilmişti. Şimdilerde vesayet kelimesi nadiren kullanılır oldu ve “üst akıl” deyince akan sular durdu. Bunların hiçbiri kavram değil, hepsi kelime, hepsi laf, asıl vesayet sahibi sermayeyi görmezden gelince de hepsi de boş laf.

Tabii ki kavramlar ve hatta bazen kelimeler de değişime uğrar, tekabül ettikleri olgular değişir çünkü. Veya benzer olgular, farklı kavramlarla da ifade edilebilir. Böylece “derin devlet, sivil vesayet, diktatörlük vb” kavramlarla aslında hep aynı olgunun farklı ve değişen yönlerini ifade etmiş sayılabiliriz. Ve sermaye faktörüyle birlikte kullanıldığında bunların hiçbiri boş laf sayılmaz. Hayatta karşılığı vardır.

Bu arada neyse ki Cumhuriyet ile idare ediliyoruz, en azından öyle diyorlar. Çünkü monarşilerde bir de “İnterregnum Yasağı” vardır. Yani kral ölünce devlet başsız kalmaz, saltanat kesintiye uğramaz. Vesayet değil veraset raconu geçerlidir. “Kral öldü yaşasın kral!” lafı bu yüzden söylenir. Küresel emperyalist düzen bu bakımdan bir nevi sermaye monarşisidir. Nitekim “Trump öldü yaşasın Biden! Suudiler para vermiyor, yaşasın Katar Emiri Temim bin Hamed es-Sani!” Peki sonra? “Yaşasın Albayrak!” Hayır, o olmadıysa bu kez “Yaşasın Soylu!” Hayır, o da olmazsa “Yaşasın Bahçeli!” Öyle mi? Bilemeyiz ki.

Madem vesayet kelimesinin cılkını çıkardım, bir de “korona vesayeti” diyeyim de bitireyim bari. Bu işin şakası yok ve korona virüsünün en fazla ve en önce emekçileri-yoksulları vurduğundan kuşku yok. Yani kesinlikle sınıfsal bir boyutu da var.

Ya Saraylılar korona vesayetini de arkalarına alarak rejimlerini pekiştirecekler ya da yoksullar “aaa yetti be artık” diyecekler.

Ama bu işler de artık vekâlet savaşlarıyla sürdürülemeyecek.