Temel birgün fotoğraf çektirmek istemiş, fotoğrafçıya: "Ben fotoğraf çektirmek istiyorum. Lakin vesikalık olmayacak," demiş.

Fotoğrafçı; "Olur efendim. 24x32'ye ne dersiniz?" Diye sormuş.

Temel'in yanıtı bildiğiniz gibi;

"768 eder de, haçan punin konimuzlan ne alakasi vardur?"

Vesikalık fotoğraf deyince, 'Camdaki Hafıza: Ahmed Rasim, Fotoğraf ve Zaman' başlıklı Ahmet Ersoy'un bir yazısı var. (skopbülten)

(...)Fotoğrafa dair makalesinde Ahmed Rasim, çektirdiği bir portre fotoğrafına bakarken geçmişteki kendisiyle karşılaşma halini, kendi yüzünün kimyalı cama nakşolmuş bir anlık yansıması karşısında kapıldığı hayret hissini anlatır. Ama burada ilginç ve kayda değer olan nokta, Ahmed Rasim’in "fotoğrafım” derken kastettiği keyfiyetin fotoğraf eyleminin nihai ürünü olan iki boyutlu suretten ibaret kalmamasıdır. Anlaşılıyor ki yazarı ilgilendiren yalnızca efsunlu bir nesne olarak nazar kıldığımız fotoğraf kartı değildir. Fotoğraf denilen olgu, elde tutulan ve temaşa olunan o “bitmiş” nesnenin ötesinde bir anlam ifade eder. Ahmed Rasim’in fotoğraf hikâyesi, kişinin imgesinin kaydedildiği ânı ve ortamı da kapsayan, aynı zamanda üretilen imgenin daha sonra yarattığı karşılaşmaları da içeren ucu açık bir oluşuma işaret etmektedir. Yazının bize sunduğu geniş perspektiften bakarsak fotoğrafı teknik ve insani unsurların birleştiği, aslında performatif boyutu da olan bir süreç olarak anlarız ve Ahmed Rasim’in durumunda bu süreç fotoğraf stüdyosunda cereyan eden gergin ve dramatik bir karşılaşmayla başlar. Stüdyoya gittiği gün yazarımız şiddetli bir ruhsal çalkantıyla mücadele etmektedir ve zihni “garib endişeler, anlaşılmaz düşüncelerle” sarmalanmıştır. Karışık duygularla, içinden çıkamadığı bir dert öbeğiyle boğuşurken kendini fotoğrafçının karşısında bulur:

Gözlerim te’sirât-ı ma‘neviyyenin müvelledi [ürünü] olan bir hayâl-i tâ’ire [uçucu hayale] nâzır, zihnim velvele-i hayat ile mâli [dolu] iken fotoğrafın [fotoğrafçının] önünde durdum. O beni zevkine göre ahz-ı vaz‘iyyete icbâr eder [vaziyet almaya zorlar]. Ben kendimi tahassüsâtıma göre ahz-ı efkâra [duygularıma göre fikir oluşturmaya] sevk eylerdim. Velhâsıl âmâlimin [emellerimin] bir noktada ictimâ‘ ettiği demde bir nidâ: Hazır ol! diye aks etti. Hayât-ı suveriyyemin [şekilsel hayatımın] bir saniyelik aksi camda bir sâye-i kesif [yoğun gölge] bıraktı. On beş gün sonra güyâ eşkâl-i vechiyyeme tamâmen müşâbih [yüzümün şekline tamamen benzeyen] bir resm-i manzûrum [bakılacak resmim] oldu. Bu ben imişim.

(...)Fotoğrafçıyla yaşadığı gergin karşılaşmadan iki hafta sonra Ahmed Rasim stüdyoya geri döner, hazır edilmiş portresini eline alır, ve kartondaki imgesiyle göz göze geldiği an çarpılır. Tahminlerimizin aksine, bu çarpılmanın nedeni resim ile kendi yüzü arasında gördüğü kesin ve kusursuz benzerlik değildir. “Güyâ” yüzünün şekline tamamen benzeyen bu portreyi tarif ederken kullandığı söylence kipiyle (“bu ben imişim”) fotoğrafın mutlak benzerlik iddiasını fazla ikna edici bulmadığını da belirtmiş olur.

Konumuzu biraz güncellemek isterim: Önümüz seçim. Seçim afişlerindeki adayların vesikalık fotoğraflarına göz attınız mı? Gerçekten görselleri kendilerini mi gösteriyor?

"Vesikalık fotoğraf çoğu zaman gerçek olanla yer değiştirerek, simulakr halini alır. Fotoğrafın hiperreal hali, temsil ettiği gerçekliğin yerine geçerek nesnesinin varlığının doğrulanmasını tehlikeye sokar. Fotoğrafın sahibi, fotoğraftaki haline benzemek için kendisine çeki düzen vererek, ilk haline, kökenine benzemeye çalışır. Vesikalık fotoğraf ilksel baba/yaratıcı gösteren olarak, bireyin nasıl olması gerektiğini belirler." (Baudrillard, Jean, Simülakrlar ve Simülasyon)
Adaylar gündelik yaşamlarının fotoğraflarını kullanırsa bu propaganda amaçlıdır.-sözde bizden biri gibidirler.- vesikalık fotoğrafları ise kişinin neyi nasıl temsil ettiğine ilişkin görsel bir geri dönüştür. Vesikalık fotoğraf kökene dair gözükse de simgesel yaklaşımı; fotoğrafın hafıza ve kökene ilişkin rolünde problemlidir. Kontrollü ve önceden kodlanmış parametreleri vardır. Merkezi olanın devamlılığını hiyerarşik bir şekilde sürdürür, erksel olanın ve kontrol edenin temsilini içinde barındırır.

Köşe yazısı kısıtlı alan, biraz fikir açtıysam iyi. Yormadan, fıkra ile bitirmek isterim: Elli seçimlerinde duvarlara asılı afişleri okuyan köylü ile aday arasında şu konuşmalar geçmiş:

"Topraksıza toprak, toprağa tapu, ürüne fiat."

"Ne zaman olacak bunlar? "

"Her seçimde, her seçimde."

Hiç bu memlekette topraksıza toprak verenini gördünüz mü? Sağlığın, eğitimin, barınmanın yaşamsal bir gereklilik, dolayısıyla ücretsiz yapanını, dilini kültürünü özgürce yaşamına sokmasına müdahale etmeyenini, her bireyin eşit hakka sahip olmasının gereklerini gerçek anlamda yürürlüğe sokanlarını -daha da neler!- gördünüz mü? Vesikalık fotoğrafları da, kimlikleri de simülasyon bunların.