Google Play Store
App Store

19 Mart operasyonları sonrasında Saraçhane’deki eylemlere katıldığı için tutuklananlardan birisi de Nuri Aslan… Cezaevinden tahliye edildikten sonra sorularımızı yanıtlayan Aslan, “Bu ülkede sadece yasalar değil, vicdan da askıya alınabiliyor” dedi.

Vicdan da askıya alındı
Fotoğraf: Depophotos

Furkan KARABAY
Gazeteci- 50 gündür tutuklu. Marmara 5 No’lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu B-10

İzmir’de doğup büyüdü Nuri Arslan. Her genç gibi hem kendisi hem de memleketi için hayalleri vardı. 27 yaşına geldiğinde hayallerini gerçekleştirmek için İzmir’den İstanbul’a geldi. Arkadaşının evine yerleşti. Her şey planladığı gibi giderse bir oda bir salon dilediğince döşeyebilebileceği bir daire kiralayacaktı.

İstanbul’a geldiği ilk haftada İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu tutuklandı, güzel hayaller kurduğu memleketin hiç de istemediği yerlere sürüklendiğini gördü. Tepkisini göstermek için anayasal hakkını kullanarak İstanbul Şaraçhane’deki protestolara katıldı. Nereden bilebilirdi ki hayallerini gerçekleştirmek için geldiği İstanbul’da hayatının en zor günlerini yaşayacağını…

Yaka paça gözaltına alındı, dört gün Vatan Emniyet’in güneş görmeyen nezarethanesinde, 68 gün de Silivri ve Metris zindanlarında psikolojik işkenceye maruz kaldı.

Nuri Aslan ve 12 gençle Silivri’de aynı koğuşu paylaştım. Nuri ve 12 genç, 30 Mayıs’ta ilk duruşmada tahliye edildi. Gençlerin esaret sürecinde neler yaşadığını Nuri ile konuştum. Nuri en iyi ve en kötü hissettiği anları, tahliye olduktan sonra yaşadıklarını, en çok neleri özlediğini anlattı.

İki aylık haksız hukuksuz tutukluluğunuzun ardından 30 Mayıs'ta tahliye oldunuz. Bu iki aylık hapishane sürecinde sizi en çok zorlayan husus ne oldu? Kendinizi en kötü ve iyi hissettiğiniz anlar nelerdi?

 Birçok arkadaşımız tahliye olduktan sonra koğuşta 3 arkadaş kaldık. Ve bizi ailelerimize, avukatlarımıza bile söylememize izin vermeden hücrelere alılar. Ailelerimizle telefonla görüşme hakkımızı haftada 1’e düşürdüler (normal mahkûmlar haftada 6 gün 60 dakika konuşabiliyor) o da sadece 10 dakika! Sanki önce ben yatağa uzanmışım, ardından hücreyi ve Silivri’yi üzerime inşa etmişler gibiydi. Hücrede duvar ve tavan yoktu sanki. Onun yerine dört tarafım rutubet ile çevriliydi. Duvarın görünen kısmında benden önce kalan mahkûmlar çakmağın ateşiyle yazılar yazmıştı. Öyle yazılardı ki onlara bakmaktansa rutubete bakmayı tercih ediyordum.

Tuvaleti kullanmadığım sürece deliği 5 litrelik su şişesi ile kapatmak zorundaydım. Bu, biraz olsun kokuyu alıyor ve farelerin yanıma gelmesini engelliyordu.

Zaman ayarınız kayboluyor, öyle bir yer ki içeriye iyi bir düşünce veya umut bile giremiyor. Rüyalarımda bile oradan çıkamıyorum, rüyalarımda bile sevdiklerim ancak hücreme ziyarete gelebiliyordu.

Bir gün müdür ziyaretime geldi ve sadece “Neden?” diye sordum. Diğer adli suçlularla kalmam benim için tehlikeliymiş. Beni koruyormuş. Bu süreçte diğer mahkûmlar bana hep iyi davrandı. Bu süreçte bana en büyük zararı, beni koruduğunu söyleyenler ve mesleği beni korumak zorunda olanlar verdi.

Orası bir hücre değildi, orası suçlu veya suçsuz kimsenin kalmaması gereken bir işkence odası.

En iyi hissettiğim ana gelince… Günlerden 19 Mayıs 2025.

Arkadaşlarımla beraber Halk TV’de İzmir mitingini izliyoruz. Ben İzmirliyim, kordonu öyle coşkulu görmek bana çok farklı hissettirdi. Orada olmayı çok istedim. Kordonun o güzelliği, gözümün önünden gitmiyor. Ailem o kalabalığın içindeydi, arkadaşlarım belki özlediğim bir kız... Onlar benim insanlarımdı. Ardından miting bitince Duman grubu sahne aldı. Çok uzun süredir, sevdiğimiz şarkıları dinleme fırsatımız olmuyordu. Aslında çok nadir, güzel bir şarkı çalardı radyo ve televizyondan.

Kaan Tangöze sahneye çıktığı gibi şarkıları tutuklu gençlere armağan ettiğini söyledi ve “Kufi” çaldı. Çılgınlar gibi sarıldık birbirimize, 15 kişi şarkıyı söyledik. O gün yediğimiz yemeğin tadı bile sanki daha farklıydı. Bu süreçte ilk kez biri bize bir şey armağan etmişti.

Anayasal hakkınızı kullanarak Saraçhane eylemlerine katıldığınız için tutuklandınız. Tutukluluk halinizde hiç “keşke” dediğiniz bir an oldu mu?

Hayır, hiç “keşke” demedim. Ben bu hükümeti sevmiyorum. O gün Saraçhane’ye kendi geleceğim ve benden sonraki nesillerin geleceği için gittim. Oradaydım çünkü doğru olanı yaptığımı biliyordum. Evet, 68 gün boyuna tutuklu kaldım, yatağım sertti, yemek kötüydü, Silivri soğuktu ama vicdanım hep rahattı. Keşke demedim çünkü sessiz kalmak asıl keşke olurdu. Ben doğru olanı yaptım, hep de böyle hissedeceğim.

Gözaltı süreci ve tutukluluk günlerinizde kötü muameleye, işkenceye maruz kaldınız mı?

Evet. Saraçhane’den döndükten sonra bir arkadaşımda kalıyordum, sabaha karşı kapıya polis dayandı. Başına uzun namlulu silah dayanarak uyandırılmak gerçekten başka bir şey.

Başıma silah doğrultuldu. Tutup beni salona çıkardılar. Telefon şifremi söylemek zorunda değildim. Ama silah namlusunun karşısında kanun değil, korku konuşuyor. Açık konuşayım, korkmuştum. Sanki beni vurmamaları için bir neden yokmuş gibi davranıyorlardı. Vatan Emniyet’te dört gün boyunca sadece kuru ekmek yedim. Tuvalete çıkarmaları tamamen keyiflerine bağlıydı. Bizim yüzümüzden fazla mesai yaptıklarını söyleyip ailemize kadar sürekli küfür ediyorlardı. Silivri’ye gideceğimizi, oradaki mahkûmların bize çok kötü şeyler yapacağını kahkaha atarak söylüyor, bize psikolojik şiddet uyguluyorlardı. Oysa hiçbir mahkûm bana kötü davranmadı. Polisten aldığım zararı hiçbir mahkûmdan almadım.

Bütün bunlar bana bir şey öğretti. Bu ülkede sadece yasalar değil, vicdan da askıya alınabiliyor. Ama ben susmadım. Çünkü susmak, yaşananları kabul etmek olurdu. Ben unutmuyorum. Unutturmamaya da kararlıyım.

Hapishanenin sayım, yemek saatleri, görüş günleri, arama gibi rutinleri var. Böyle bir süreçten sonra sosyal hayatınızda zorlandığınız anlar oldu mu?

Uyurken biri kapıyı çaldığında hâlâ gardiyanın sayıma uyandırdığını sanıp bir anda fırlıyorum. Dışarıda ilk kez bir kafeye gittiğimde garson, “Başka bir isteğiniz var mı?” diye sordu. Bunu o kadar garipsedim ki… Çünkü içeride kimse sana seçenek sunmaz, sadece emir alırsın.

Ama güzel şeyler de var. Her sabah gazete alıyorum mesela. Cezaevinde arkadaşlarımla yaptığım o güzel sohbetleri hatırlatıyor kokusu. Hâlâ bazı reflekslerim değişmedi ama iyileşiyorum. İçeride tutulan sadece beden değilmişim, onu anladım. Ama özgürlük bazen küçük bir kalem bazen bir cümle bazen bir gazete kokusu oluyor.

Her mahkûmun “Çıkınca ilk şunu yapacağım” dediği hayalleri olur. Sizin hayaliniz neydi? Gerçekleştirdiniz mi, gerçekleştirdiyseniz neler hissettiniz?

İçerdeyken en çok özlediğim şey, yıldızlara bakıp müzik dinlemekti. Dışarı çıkar çıkmaz Urla’ya gittim. O gece çılgınlar gibi müzik dinledim. Ve sabaha kadar gökyüzünü izledim. O gece ailemleydim, çok zengin hissettim. Bazen hepimiz hayata kendimizi kaptırıyor, hep daha fazla gereksiz şey istiyoruz. İçerdeyken güzel bir araba veya lüks bir yazlık hayali kurmuyorsunuz. Meğerse her şeyim varmış. O gece dünyanın en zengin insanı bendim. Belki hâlâ bir şeyler eksik ama artık gökyüzü bende. Evet, ben özgürdüm. Ama hâlâ o gökyüzünü ve ailesini özleyen onlarca arkadaşım, abim, ablam hukuksuz bir şekilde içeride. Özellikle sen Furkan... Senin ve bütün suçsuz siyasi tutsaklar için o gökyüzüne kavuşmanız için mücadeleye devam edeceğim. Ya hep beraber ya hiçbirimiz.