Dinci zulmün acı çektirme ve sindirme amacı, ters tepiyor. Vicdana ait olanın tekelleştirilmesi en büyük suç. Ama bu zulüm insanların gözlerini de açıyor. İnsanlar dün “doğru” sandıkları şeylerin, aslında kendilerini aldattığına tanık oldukça, din sömürüsünün bir sunum ve görsellikten ibaret olduğunu kabul ediyor.

Son dönemlerde, bir çok dindarın “bu diyanet, cemaatler ve fetvacı kimi ulemalar bizi dinden soğuttu” diye feryat figan etmesi boşuna değil.

Daha düne kadar din ile aldatarak, siyasallaşmayı, iktidarlaşmayı, devletleşmeyi ve sermaye birikimine kavuşmayı savunan Abdullah Gül bile “siyasal islamın çöktüğünü” itiraf edebiliyor.

Köşe yazarları isyana katlıyor; “Yeter yahu bıktık” diyor. Dün her koşulda Diyaneti savunan kimi siteler artık “bu kadar da olmaz” diye DİB Ali Erbaş’ı amansızca eleştiriyorlar.

“Gençler dinden kaçıyor” ve “Deizm artıyor” diye serzenişi boşuna değil.

Aslında asıl cevap arayan soruyu sormuyorlar; devletin, siyasetin, holdingleşmiş cemaatlerin ve tarikatların eline düşmüş dinden insanlığa ve bu ülke insanlarının toplumsal adalet, hukuk ve barış arayışına zerre kadar bir fayda gelir mi?

“Neresinden tutsan elinde kalacak” denilen bir kurum ile karşı karşıyayız. Yukarıdan aşağı toplumu sömüren, siyasal İslamcı ve mezhepçi Diyanet İşleri Başkanlığı.

Diğer taraftan ise aşağıdan yukarıya toplumun üstüne karabasan gibi çöken din tüccarı cemaatler ve holdingleşen tarikatlar.

Devletin dinci kamu kuşatması ile kamu imkanlarını fütursuzca kullanan sivil İslamcı cemaatlerin ülkesinde, inanç özgürlüğü, eşitliklik, demokrasi ve laiklikten bahsetmek mümkün mü?

Devlet ve siyasal İslamcı cemaatler tarafından tekelleştirilmiş bir din var! Bu din ile bir yandan mezhepçi rejim inşası, diğer taratan ise insanların vicdanlarına zorla ve mahalle baskısıyla dinsel tahakküm kurmaya çalışıyorlar. Hatta Sıbyen mektepleriyle dört yaşındaki çocuklara uygun olmayan ve pedagojik açıdan zararlı programların sahibi de Diyanettir.

Halkın halinden anlamayan, dini ve imanı maaşa, ranta ve arpalığa bağlamışların kurumu Diyanet, holdingleşen tarikatlar, FETÖ’nün boşalttığı yerlere dolduran cemaatlerin tek derdi, kendilerine şatafat içinde han, hamam, saraylar inşa ederken, halka “din, imam, ayet” ile akşam üstü pazarda ucuz alışveriş yapmayı vaaz ediyorlar.

Uhrevi dünya için alnı secdede eşit olanlar, dünyevi paylaşımda adaletsizliği, yoksuluğu, işsizliği ve intiharları “şükür, kader, fıtrat pedagojisi ve ideolojisi” ile örtüyorlar.

Bunlar dönem iktidarların emrinde hutbe ve fetva okuyan, kutsal ideolojilerinin takipçisi olmuşlardır.

Milyar dolarlık devasa bütçeleri ile hanedan gibi yaşayıp, iktidar ve İslamcılık adına din pazarlıyorlar. 3 katlı villalarda oturup, yoksul halka akşam üzeri pazar tezgahlarında kalan son ucuz sebze-meyveleri layık görüyorlar.

Kendileri ise Mercedes marka lüks makam araçlarına sahipler. Milyon TL değerinde aracın fiyatı sorunlunca "çerez parası” diyorlar.

“Din kardeşiyiz, ümmetiz” diyorlar, her nedense bu ümmetin elitleri dünyevi nefsin esiriler. Doymak nedir bilmiyorlar.

Vergileriyle Diyaneti besleyen halka, “din ve ahlak” öğreten Diyanet İşleri Başkanı, kendi eşine diyanet bütçesinden araç tahsis ediyor. Yetmiyor bir de özel şoför!

Yeni Çağ gazetesi yazarlarından Batuhan Çolak’ın gündeme taşıdığı gibi, Diyanet’te kurum içi ve dışı tepkiler artınca, hatta DİB Başkan Yardımcısı Prof. Muslu’nun bu dönemdeki manidar istifa gündeme düşüyor. Ali Erbaş ise eşine tahsis ettiği aracı geri çektiriyor.

Ama “minareyi çalan kılıfı hazırlar” misali, Diyanet Vakfı DİB Başkanın eşi Seher Erbaş’ın kullanımı için 140 bin TL değerinde Toyota marka bir araç tahsis ediyor. Yetmiyor, Florya Şenlikköy’de Türk Diyanet Vakfına ait konuttaki İstanbul Müftüsü çıkartılıp, burasıda Ali Erbaş ve Eşine tahsis ediliyor.

Halkı akşam üstü pazarda ucuz alış verişe gönderen Diyanet Başkanı, camilerde mütedeyyinlerden “cami için” toplanan bağış paralarının toplandığı Diyanet Vakfı üzerinden eşine araba tahsisini “helal” görüyor.

Sormak lazım Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın kardeşi, kardeşinin kızı ve gelinin aynı üniversiteye alınması tesadüf mü?

Kardeşi Metin Erbaş İmam Hatip Lisesi mezunu olmasına rağmen, Ordu Üniversitesi'ndeki “araştırmacı kadrosuna” hangi kriterlere ya da kayırmalara göre atanmıştır?

Peki Üniversite mezunu bile olmayan kayınbirader nasıl oluyorda “istisnai kadrodan" DİB’na Müşaviri olarak atıyor.

Ali Erbaş halkın değil, nalcı keseri gibi kendine ve siyasal İslamcılığa yontan politikaların tarafındadır.

Diyanet’in işi görsellik ve sunumdur. Onun için “tanıtım harcamaları 4 milyon TL” harcayarak, imaj ve güven tazelemeye çalışıyor.

Ama nafile!

Çünkü halka “Cumhuriyetin En Çok Güvendiğiniz Kurumu Hangisidir?” sorduğunuzda TBMM’ne halen yüzde 33.3 güven gösterilirken, en az güvenilen kurumu Diyanet İşleri Başkanlığı’dır! Yüzde 2,1!

11 milyar TL bütçesi ile üstenci bir dille halka pazar artığını reva gören ve yüz bin insanın sokakta ve evsiz yaşadığı bir ülkede “Kuran kursuna bağış yapan cennette ev sahibi olur” gibi toplumun gerçek sorunlarına dair tek bir kelimesi olmayan, laiklik karşıtı mezhepçi Diyanet kurumu kapatılmalıdır.

Bütçesi eğitime ve personeli ise Türk Diyanet Vakfına devredilmelidir. 107 bin imamın maaşını ise 90 bin caminin gelirleri ve bu camilerden toplanan bağışlarla cami dernekleri ve vakıfları tarafından üstlenmelidir.

Nasıl ki Aleviler, Hristiyanlar ve Museviler devleten tek kuruş almadan kendi inançlarını gönüllü şekilde finanse ediyor, Sünnilerde devlet parasıyla değil, kendi paralarıyla ibadet yapmasını kabul etmelidir.

Laiklikte, eşitlikte, adalette böyle başlar..