Bursalı küçük kız Gizem Yüksel’i hatırlar mısınız? Hani sınıf başkanlığı konuşması yaparken çekilmiş videosuyla tanıyıp sevdiğimiz küçük kız. Hani o konuşmada ‘öğretmenim beni yoksul olduğum için aday yapmadı ama evet ben yoksulum. Bakın botlarımın durumuna’ dediği için acıdığımız ve günlerce başka bir şeylere de ihtiyacı olabileceğini hesap etmeden kolilerle bot yolladığımız küçük kız. Hani o video sayesinde tanındıktan sonra Beyaz Show’lara dahi çıkıp hepimizi güldüren ve hemen sonrasında yokluktan buz gibi evlerinde fazla su harcanmasın diye ablasıyla girdiği banyoda şofbenden sızan gazla zehirlenip ablasıyla birlikte ölen küçük kız…

Acımayı seviyoruz biz, başkalarına acıyıp göstermelik yardımlarla vicdanını rahatlatıyor en iyi olanımız. Kendine acıyıp hayatını değiştirmek için hiçbir adım atmıyor diğerleri. Adı vicdan değil sahip olduğumuz şeyin yoksa Van’da 3 yaşında hayatını kaybeden oğlu Muharrem’i sırtındaki çuvalda taşımak zorunda kalan babayı unutmazdık! Unutarak ilerliyoruz. Bugüne kadar gördüğümüz en etkili muhalif siyasetçi de meclis kürsüsüne çıkıp, bu olup bitenleri saydıktan sonra ‘bu isimlerin üzerinizde ahı var’ demekle yetiniyor.

Ahlar birikti elbette, çocuklarını saç kurutma makinasıyla ısıtıp sonra yaşadıkları ağrına gittiği için canına kıyan Emine Akçay’ın da ahı var ve daha geçen hafta oğluna okulun istediği pantolonu alamadı diye ar edip dünyadaki varlığını sorgulayarak canına kıyan babanın da, geride kalan o evladın da ahı var. Ahlarımız mı kalacak yarına? Yoksa mücadelemiz mi? Azmimiz mi?

Üzgün olmayın artık öfkedir hissedilmesi gereken. Miskin bir üzgünlük, sakil, yapmacıklı bir vicdan değil ihtiyacımız olan şey, akla çevirmeyi başaracağımız bir öfke. Kendinize kızmaktan başlayabilirsiniz. Bir cümle söz söyledim diye, iki satır yazdım diye yok olmuyor yokluk ve adaletsizlik belası. Çok kızıyorum kendime, daha çok kişiye ulaşamıyorum diye. 3. Havaalanı şantiyesine yeni işçi yatakları geldi hafta sonunda, açılış 31 Aralık’a ertelendi. İşçiler seslerini, içlerinden bazılarının tutuklanması pahasına duyurmayı başardı işte. Neyi, ne kadar göze aldığımızda sorun. Sopa yiyen değil sopalayan tarafta olmak isteyen arsız benlikleri, kendini kurtarmaktan başka hiçbir şeyi umursamayan egoları, kariyer planlamaya doyamayan, günü kurtarmaktan başka bir şey yapamayan, haber izlemeyerek, okumayarak psikolojisini koruyabileceğini düşünen çok bilmişliği bir kenara koyalım. Burada kalmaya kararlı mıyız sahi?

Geçen yıl ülkeyi kalıcı olarak terk eden çeyrek milyon insanın büyük çoğunluğu şehirli, eğitimli kesimden. Biz karar verdik, kalıyoruz değil mi? Şu saatten sonra dilini, kültürünü tam olarak bilmediğimiz başka coğrafyalarda yeni bir hayat kurmaya gücümüz yetmediği ya da korktuğumuz için değil ama basbayağı bu ülkede yaşayıp daha güzel günler görmek istediğimiz için, çocuklarımıza güzel bir gelecek bırakmak uğruna, ülkenin çürümesine engel olmak için buradayız değil mi? O halde, bırakın siyasi partilerden adım atmasını beklemeyi önce can kurtaracak adımı kendimiz atalım.

Nasıl yapmalı? Nereden başlamalı mı diyorsunuz? Kafamızı gömdüğümüz sosyal medyadan kaldırıp en sevmediğimiz, mahallede bize en az benzeyen komşunun kapısını çalarak işe başlayabiliriz mesela. Neye ihtiyacı olduğunu sorduğumuz komşu, iki lafın belini kırarken anlattıklarımızı ‘hainlik’ diye adlandırıp bizi polise, savcıya mı şikayet edecek? Patronun kulağına gidecek de işimizden mi olacağız? Memuriyeti yakmak mı var işin ucunda? Ne sorun var bunda? Bilmiyor muyuz anlattığımız konuda haklı olduğumuzu. Bu bize yeter. Hem bedel ödemeyi çoktan göze almadık mı?