Ali Dayı, önde yürüyen ancak hem nefer hem düşünen hem savaşan devrimcilerden biri olarak sarsılmaz bir umut insanı olduğunu gösterdi.

Vicdanın ve umudun sesi

Yol arkadaşımız sevgili İbrahim Sevimli’nin (Ali Dayı) aramızdan ayrılışının üzerinden tam 20 yıl geçti. Hastalığının çok ileri bir aşamasında fark edilmesi, bir devrimci çınarı sosyalist hareketten ve bizlerden koparıp aldı. Bu sonuca, yoldaşları olarak bizler elbette razı değiliz! Ali Dayı, tevazusu ve samimi içtenliğiyle, hiç bahsetmese de, gerek THKP-C süreci sonrası 71’de girdiği cezaevi koşulları gerekse Devrimci Yol – Devrimci İşçi mücadelesi süreci içinde hareketin "düşünen sessiz neferlerinden" birisi olarak sürekli koşturmaktan kaynaklı elverişsiz hayat koşulları, yoğun sürgün yaşamının yarattığı stres ve sıkıntının bu sonuca ulaşmada büyük payı var. Ancak Dayı, devrimci mücadele sürecinde karşısına çıkan siyasal sorunlarla nasıl uğraştıysa, kendisini bizlerden uzaklaştıran hastalığı ile de öyle hesaplaştı.


DEVRİMCİ TARİHİMİZİN HER DÖNEMİNDE VARDI

Engels, "İnsan ile birlikte tarihe gireriz" der . Kısaca, insanların kendi tarihlerini bizzat kendi bilinçli tercihleriyle yaptıklarından bahseder. İbrahim Sevimli, 1968’de öğretmen okulunu bitirdikten sonra, Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat bölümüne girer. Öğretmen okulundayken hayatın bütün girdapları karşısında sol fikirlerden yana seçimini yapar, Gazi’de de dönemin yükselen gençlik hareketine aktif olarak katılır. Okuduğu okulun Öğrenci Derneği Başkanlığını yapar ve Dev-Genç’in militan mücadelesi içinde yer alır. Mahirlerin önderliğini yaptığı THKP-C hareketi içinde kavgasını sürdürür ve sosyalist mücadelesini, var olan düzene doğrudan kafa tutarak devrimci fırtınalar yaratanlarla birlikte devrim koşusuna katılır.

71 Askeri Muhtırası’ndan sonra birçok sosyalist gibi İbrahim Sevimli de, devrimci eylemleri sebebiyle 10 yıl cezaya mahkûm edilir, bunun 4 senesini mapuslukta geçirir. Ahmed Arif’in şiirinde belirttiği gibi, "demir kapı, kör pencereyi; yastığı, ranzayı ve zinciri", o karanfil kokan cigarasıyla tanıştırır.

GÖRKEMLİ YILLARIN MÜTEVAZI NEFERİ

Zulmün saltanatını hüküm sürdüğü ve yalanın hükümranlığını egemen kıldığı bu topraklarda İbrahim Sevimli, kurtuluş ümidinin vücut bulduğu THKP-C, Dev-Genç, Devrimci Yol mücadele hattını ön sıralarda var olarak yaşadı. Kapitalizmin ve egemen sınıfların insanların alınlarına vurduğu umutsuzluk damgasına rağmen, halkların umutlarını bedenlerine yükleyerek mücadele veren ve yaşanmaya değer hayatlar yaratan devrimci mücadeleden ve hayatı savunmaktan hiç bir zaman vazgeçmedi. Onun hayatı, düşünce koordinatları, siyasal ve pratik sorunlar karşısındaki duruşu, Ernst Bloch’un deyişiyle “ümit etmeyi” öğrenen ve çevresindekileri de etkileyen bir anlama sahipti. Bundan dolayıdır ki, öğretmen hareketinin örgütsel ifadesi olan TÖB-DER platformunda eğitimcilerin örgütlenmesi amacıyla sorumluluklar aldı ve üstüne düşen zorlu görevleri kararlılıkla yerine getirdi.

Devrimci hareketin yükseliş dönemini yaşayan 12 Eylül öncesinde, Demokrat gazetesinin çıkarılması amacıyla yaklaşık 9 ay boyunca hem yazar olarak hem de gazetenin örgütleyicisi olarak yoğun çaba gösterdi. Türkiye sol tarihinde her zaman önemli bir platform olarak anılan Demokrat gazetesi, bütün sol ve demokrat kesime hitap eden bir gazete projesiydi. İbrahim Sevimli, sosyalist hareketin önemli tarihsel adımları ve atılımlarına tanıklık eden bu gazetede hem "makinistlerinden" hem de "mürekkebini" oluşturanlardan biri olarak yer aldı.

SÜRGÜN YILLARI VE DEVRİMCİ İŞÇİ

Sürgünde Devrimci İşçi örgütlenmesinin yönetimine katılan Ali Dayı, Avrupa’da Devrimci İşçi ve Demokrat Türkiye gazetelerinin yayınında görev alarak mücadele etti. Herakleitos’un, "güneş her gün yenidir" sözünü doğrularcasına, mücadelenin değişen koşullarına hemen ayak uydurdu.
Devrimci İşçi örgütlenmesi içinde bazı kesimler tarafından işi Marksizm’in reddiyesine vardıran "sivil toplumcu" bir tartışma başlatıldı. Devrimci İşçi ve giderek devrimci hareketin bünyesinde yaşanan bu sol liberal tezlere karşı Ali Dayı, bu muhasebenin ve mülahazanın merkezinde etkin bir taraf olarak yer aldı. Birlikte yaşadığımız bu süreç, saflaşma ve ayrışmayı dayattığında da, devrimci kopuşun kararlı temsilcilerinden biri oldu.

Bu zor zamanlarda Devrimci İşçi’nin yeniden örgütlenmesi için Ali Dayı, önde yürüyen ancak hem nefer hem düşünen, hem savaşan devrimcilerden biri olarak sarsılmaz bir umut insanı olduğunu gösterdi. Kendisi bir filozof olmasa da, Sokrates’in hem öğrenen hem sorgulayan hem de öğreten pazar meydanının düşünürüydü. Bu süreçte, bir yandan ülkede öte yandan yurtdışında yaşananlar arasında didaktik bağlar kurmaya ve bunları canlı tutmaya özen gösterdi. Bu nedenle, Almanya’da Uluslararası Tribünal ile 12 Eylül rejimini yargılayan ve Evren’in dahi "beni Avrupa’da bir mahkemede yargılayıp mahkûm etmişler’’ demek zorunda kaldığı bir örgütlenmenin manivelası oldu. Ülkede zamanla cezaevinden çıkan arkadaşların oluşturduğu İşçilerin Sesi gazetesi ve Demokrat için atılan adımlara, yurtdışından devrimci dayanışmanın seferber edilmesinde yine Ali Dayı büyük rol oynadı.

BİZİM ALİ DAYI’MIZ VİCDAN VE GELECEKTİR

Marksistler, kişileri, toplumsal ilişkiler içindeki konumlanışlarıyla ve hayat içindeki dokunuşları ve ürettikleriyle, kısacası eylemleriyle değerlendirirler. Yaşamını insanlığın kurtuluş ütopyasının peşinden gitmeye adayan Ali Dayı, hayata bağlılığı, yüzünden eksilmeyen sevinci, gülümseyişindeki sıcaklığı ve samimiyeti, fıkra anlatırken attığı kahkahaların vücut bulduğu gerçek bir yoldaştı. Ve şairin dediği gibi, "hep yürürken görürüm seni/ Yüzün şiir, gülüşün şiir / Bir türlü anlatamam..."

Ali Dayı, her devrimci gibi uzun yaşam hesapları yapmamıştı elbette. Zorlu bir koşu da olsa, her zaman ki nüktedanlığı ve insanı ısıtan enerjisiyle sırtını karanlığa, yüzünü güneşe dönmesini bilmişti. Dünyayı ve ülkesini sömürüden, zulümden azade kılmaya çabalayan, bunun için ölmeye hazır devrimci Ali Dayı, aynı zamanda insanları sevgisiyle ve neşesiyle sarıp sarmalamayı da bilirdi. Kendi dehlizlerinden fışkıran hayata dair tutkuyu, kahkahayı ve hareketli dansları özgürleştirip büyük bir coşkuyla bizlerle paylaşırdı. Bir kıtada duyduğu fıkrayı, binlerce kilometre ötedeki farklı kültürel renklerle donanmış bir başka kıtaya okyanusları aşarak götüren bir sandal gibi hem dans etmeyi hem de dost sohbetlerini bu öykülerle bir kamyon dolusu güldürmeyi, eğlendirmeyi ve herkesle birlikte kahkaha atmayı çok severdi. "Bütün dünya bir sahnedir" diyen Shakespeare gibi, yaptığı esprilerin konuları ve kahramanları, hayatın zikzakları içinde ayakta kalmaya çalışan sıradan insanları arasından rastgele seçilmişti. Neşeyi ve doyasıya gülmeyi, adeta tiyatronun karanlık sahnelerinden oturduğunuz mahallenin dar sokaklarına götürür ve sizi anın şeffalığıyla buluşturarak sürükleyici bir duygu patlamasıyla karşı karşıya bırakırdı.

Bizlere elveda derken, O’nun sözleri, bakışı ve gülümsemesi, aramızda her zaman hayatımızın bir parçası olarak yaşamaya devam edecek.

İyi ki Ali Dayı ile yoldaş olduk! İyi ki, aynı kavgayı paylaştık, aynı davaya baş koyduk!

Asla Unutmayız! Asla Unutturmayız!
Yol arkadaşları adına Feyyaz Kerimo