Altın Portakal Film Festivali’nde ödülleri sunacak sanatçıların seçiminde hangi kaygılar rol oynadı bilinmez, ama bu seçimin festivale gölge düşürmesi üzücüydü.

Vicdanlara sesleniş

Geçen hafta sonu tamamlanan 58. Antalya Uluslararası Altın Portakal Film Festivali, bir haftadır medyanın gündeminden düşmedi. Ne yazık ki, festivalde yarışan filmler ya da jürinin kararları değildi medyanın odaklandığı nokta. Ulusal Yarışma’da “Zuhal” filmindeki performansı ile En İyi Kadın Oyuncu seçilen Nihal Yalçın’ın ödülü alırken yaptığı konuşma sırasında yaşananlardı.

Ödülü gerçekten de hak eden Nihal Yalçın’ın sahnede yaptığı konuşma kimilerine göre uzun, bana göre ise çok yerinde bir konuşmaydı. Sinema sektörümüzün kadın odaklı filmler konusunda çok yetersiz kalması Yalçın’ın değindiği sorunların ilkiydi. Nitekim yarışmada yalnızca tek bir kadın yönetmenin filmi yer alırken, kadın oyuncuların ağırlıkta -en azından dengede- olduğu üç film vardı. Nihal Yalçın’ın, mesleğine ilişkin bir temel soruna parmak basarken, kadın haklarına yönelik duyarlığını dile getirmesinden daha doğal ne olabilirdi? “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” sözleri salondaki herkesin gönülden desteklediği bir tümce değil miydi? Yok efendim, yeri değilmiş… Bunu diyenler, hiç Oscar töreni izlememişler herhalde…

Bu ülkede tüm kadınların savunması gereken sözcükleri sıralamıştı Yalçın. Bu tavır ona ödül vermesi için sahneye davet edilen ‘taş fırın erkeği’ Tamer Karadağlı’yı çok rahatsız etmiş olmalı ki, Yalçın konuşmasını sürdürürken ödülü ona uzatarak büyük bir saygısızlık yaptı. Önce, bu davranışını tevil etmeye kalkıştı, sonra baktı ki yalnız kalıyor, benim yerim zaten belli demeye getirdi ve Yalçın’ın siyasal görüşlerini hedef alan bir karalama kampanyası başlattı. Kimler bu kampanyada rol aldı, kimler Yalçın’ı savundu zaten biliyorsunuz, yinelemeyeceğim.

GÜNAYDIN YERİNE

Nihal Yalçın’ın konuşmasında bir başka nokta vardı ki, kimseler değinmedi. Belki, festival atmosferini tatmadıklarından Yalçın’ın sözlerini bir övgü olarak algıladılar. Oysa, Yalçın çok anlamlı, çok ince bir gönderme yapmıştı: “Belediye Başkanımıza çok teşekkür ediyorum. Çünkü artık sabahları Günaydın demeyi bıraktık, Muhittin Böcek diyoruz”…

Sinema sektörümüzdeki örgütlerin temsilcilerinden oluşan bir heyetin, Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğinde Muhittin Böcek’i ziyaret ederek, festivale ilişkin görüş ve önerilerini dile getirdiklerini, bu bağlamda Festival Başkanı olarak bir sinema insanını görmek istediklerini belirttiklerini, ama bu isteklerinin sessizlikle karşılandığını duymuştum. Böcek’in bu öneriyi dikkate almayarak, ‘Festival Başkanı’ sıfatını üstlenmesi garibime gitmişti. Bu yıl, kentin dört bir yanında, köprü alınlarında, billboardlarda yer alan festival afişlerinde, Festivalin adından daha büyük puntolarla ‘Muhittin Böcek’ yazıyordu. AKP’li Belediye Başkanlarında hiç şaşırmadığımız bu davranışı sosyal demokrat bir belediye başkanından beklemezdim doğrusu. Bu eleştirinin sanata destek verirken kişisel tanıtımını arka planda tutan, sanata saygılı başkanları kapsamadığını belirtmeme gerek yok herhalde.

Ödül töreninde, Şevval Sam’ın konserinin birkaç bölüme ayrılması, böylelikle önceki yıllarda olduğu gibi, ödüller açıklandıktan sonra konser başlarken salonun boşalmasının ve sanatçının boş koltuklara şarkı söylemesinin önüne geçilmesi olumluydu. Sam’ın deneyimli sunucu Yekta Kopan ile birlikte sunduğu tören de genel hatlarıyla başarılıydı… Ödüllere geçmeden önce, aklıma takılan soruları paylaşmak isterim: Jüri seçiminde çok isabetli kararlar veren festival yönetimi, ödül verecek sanatçıların seçiminde daha dikkatli olamaz mıydı? Farklı siyasi duruşları kastetmiyorum, sinema sanatına emek vermiş onca sanatçı (örneğin, Yusuf Sezgin gibi emektar bir oyuncu) dururken televizyon ‘star’ları Tamer Karadağlı, Erkan Petekkaya ve tv dizileri yapımcısı Birol Güven’in ödül vermek üzere davet edilmeleri yakışık aldı mı?

VİCDANLARA ÇAĞRI

Festivalde yarışan filmlere ilişkin kişisel değerlendirmemi paylaşamayacağımı -ve nedenini- geçen yazımda belirtmiştim. Emin Alper başkanlığında, yönetmen Senem Tüzün, görüntü yönetmeni Ahmet Sesigürgil, yazar Ayfer Tunç, müzisyen Gaye Su Akyol ve oyuncular Hazal Kaya ile Muhammet Uzuner’den oluşan Jürinin kararlarının genel bir kabul gördüğünü söyleyebilirim yalnızca. Ulusal Yarışmaya seçilen on filmden yedisi ödül tablosunda yer aldı. En İyi Film ödülünü kazanan Ferit Karahan’ın “Okul Tıraşı”, En İyi Senaryo ve En İyi Kurgu ödüllerini de aldı. En İyi Yönetmen ödülünü kazanan Tayfun Pirselimoğlu’nun “Kerr” adlı filminin müziklerini besteleyen Nikos Kypourgos da En İyi Müzik ödülünün sahibi oldu. Pirselimoğlu, FİLM-Yön Jürisi tarafından da En İyi Yönetmen olarak değerlendirildi.

Yarışmadan dört ödülle dönen yapım ise, Selman Nacar’ın “İki Şafak Arasında” adlı filmi oldu. Film, Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü’nü kazanırken, Erdem Şenocak’a Yardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu, Nezaket Erden’e Yardımcı Rolde En İyi Kadın Oyuncu (paylaşım) ödüllerini getirdi. Filmin Cast Direktörü Ezgi Baltaş da Feride Çiçekoğlu ile birlikte (kadın emeğinin görünürlüğünü sağlayan sanatçılara verilen) Cahide Sonku ödülünün sahibi oldular. Emre Kayiş’ın “Anadolu Leoparı” festivalden En İyi İlk Film’e verilen Behlül Dal Ödülü’nün yanı sıra, Billur Turan’a En İyi Sanat Yönetmeni ödülünü kazandırdı. Nazlı Elif Durlu’nun “Zuhal”i de, başrol oyuncusu Nihal Yalçın’a En İyi Kadın Oyuncu ödülünü getirdi. En İyi Erkek Oyuncu ödülü, Cemil Ağacıkoğlu’nun “Kafes” filminin oyuncusu Tarhan Karagöz’ün olurken, filmin başarılı oyuncusu Özay Fecht de, Yardımcı Rolde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü paylaştı. Semih Kaplanoğlu’nun “Bağlılık: Hasan”ı ise, festivalde En İyi Görüntü Yönetimi (Özgür Eken) ödülünü aldı. Jüriden tek bir ödül bile alamayan Necip Çağhan Özdemir’in “Bembeyaz” adlı filminin SİYAD Jürisince En İyi Film olarak değerlendirilmesi günün sürprizi idi.

Ödüller açıklanmadan önce, Jüri başkanı Emin Alper bir konuşma yaparak, bu yıl yarışma seçkisinde yer alan on filmden önemli bir kısmının ortak bir tema etrafında (vicdan ve suçluluk duygusu) buluştuğunu ve bu ortaklığı “içinde yaşadığımız siyasi atmosferin bir yansıması” olarak düşündüklerini söyledi. Havuz medyasında yer almayan bu konuşmadan bir alıntıyla noktalamak istiyorum bu haftaki yazımı. Alper’in dileklerine gönülden katılarak… Umarım, Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri bu konuşmadan ötürü festivallerimizi cezalandırmaya kalkışmaz.

“Çağına yeterince tanıklık etmemekle eleştirilirdi sinemamız. Belki de ilk kez, suçun giderek alenileştiği, sıradanlaştığı, adalet arayışının anlamsızlaştığı, vicdanlarımızın her gün susturulmaya çalışıldığı, köreltildiği bir baskı atmosferinde, sinemacılarımız vicdani muhasebenin, insanlığın vicdani muhasebesinin hiçbir zaman bitmeyeceğini ve susturulamayacağını usul usul göstermeye başladılar. Umarız bu kıpırdanış, bugün suskunluğa zorlanmış, sesi kısılmış vicdanlarımızın bir gün gürleyerek geri döneceğinin habercisi olur”…