Gündem artık benim için izlenmesi ve takip etmesi çok güç bir şey haline geldi. Yani bir kere zaten Maymun Çarli başımızda gündelik hayatımız için verilen kararları verse daha tutarlı olabilir… Çarli bile bir noktada “Hadi benim durumum ortada ama bu halkı maymuna çevirmeyeyim yahu” diyebilir.

Gelişigüzelliğin yeni norm olduğu, adeta her gün dev bir tavlada atılan zarlar gibi keyfi ve rastgele alınan kararlarla idare edilmek istenen, sürekli su alan, ama delikleri tıkamak yerine teknenin su aldığından bahsetmeyi yasaklamaya çalışan bir gücün himayesinde Akdeniz’in ortasında –Biliyorsunuz “White Sea” derler ona da- nereye gittiği belirsiz bir tekne gibiyiz. az sonra sahil güvenlik mi gelecek, yukarıdan uçak mı geçecek, alttak köpekbalığı mı gelecek, yoksa tekneyi idare edenler başka bir tekneye atlayıp bizi tek başımıza bırakacaklar, yoksa göklerden gelen bir yağmurla tüm susuzluğumuz geçecek aniden karaya mı varacağız bilemeden ilerliyoruz zaman içinde.

Evet, Devlet Bahçeli modeli yazmayı seviyorum. Devlet Bey ise sanki kendisine yazılanları okuyup arada kendinden çeşitli kelimeler ekleyip belli zamanlarda halkımıza çeşitli açıklamalar yapıyor. Devlet Bey zaten çok değişti. Ama koskoca bakanlarımız stresten saçlarını ve görevlerini kaybetme ve vatan hizmet derdiyle zaman içinde döne döne adeta jet türbinine dönmüşken, bir Devlet Bey’i bahçeleriyle bırakmak ya da kendisinden ilkeli duruş filan beklemek de ne bileyim, en basit tasvirle biraz acımasızlık olur.

Kim bilir Devlet Bey’in aklında ne sorunlar var, kim bilir neler düşünüyor, kim bilir neler yaşadı, hayatında ve büyük umutlarında neler değişti, neler neler oldu, ne bilinmezler bilindi, ne imkânsızlar imkânlı hale geldi de bir değişim böylesi güzel, böylesi cıvıl cıvıl, böylesi kurallar üstü bir yere geldi? Bunu merak etmek de benim derdim olsun. Herkes istediğini düşünmekte serbest. Devlet Bey’e kızmanın alemi yok. Kendisi yerinde ben olsam, kim bilir neler neler olacaktı?

Geçtiğimiz gün adeta Notrdam’ın Kamburu’ndaki Kuazimodo gibi çan seslerinden bahsediyordu. Kuazimodo, kiliseye genç yaşta bırakılmış, sonra da orada kalmış bir hizmetliydi. Biraz şekli şemali bozuktu ama şimdi günümüzde yaşasa o da kesin Instagram fena’omeni olur, pozitif badi şeymingden nasibini alır I-D’de Vogue’da, Another Magazine’de modellik bile yapabilirdi. Neyse ne, Viktör Hügo’nun bu edebi tuğla gibi eserinde Kuazimodo çan seslerinden rahatsız olurdu. Çünkü çan sesleri aynı Doktor Frankeştayn’ın yarattığı isimsiz canavarın ateşten korkması gibi geçmiş bir korkusunu tetikliyordu…

Zangoçluk mesleği sigortasız olduğundan ve pandemide de evden çalışmaya açık olduğundan (çünkü Kuazi, zaten kilisede kalmaktaydı) yıllar içinde kendisini sağır etmiş ve yüksek frekanslara hassas hale getirmişti… Ne zaman çan sesi duysa, kulaklarını tıkar “Çannnn sesleriğğğğ” diye kaçardı zavallı dert babası Kuazimodo. Hikâyenin sonunda aşık olduğu kız ölünce iyice dertlenir, en sonunu söylemiyorum bir gün kitabı okumak istersiniz belki…

Her neyse, kitap bitti ama mevzu bitmedi Devlet Bey geçen gün “Ayasofya’dan çan sesi değil Allah’ın izni ile ezan sesi yükselecektir”…

Oysa zaten ezan sesi geliyor Ayasofya’dan. Çan sesi ise sadece galiba her ne kadar sağır olsa Kuazimo’ya ve her ne kadar çan sesi çıkmasa da Devlet Bey’e duyuluyor. Burası çok önemli.

Böylesi değerli insanlar olmasa ne yapardık? Gerektiğinde yoktan, olmayan sesleri duyabiliyor, düşünceleri okuyabiliyor, duyguları kilometrelerce öteden adeta sudaki bir koku parçasını hissedebilen muhteşem bir balık olan ve çok uzun süredir muhteşem tasarımı sayesinde pek de evrimleşmemiş bir büyük beyaz gibi hissedebiliyorlar. Tabiat ananın bize bir armağanı adeta…

Ülkemizin bu değerli insanlara bu karşılıksız iyilik timsallerine ihtiyacı var.