Şöyle haberler okuyoruz: “Teksaslı lise öğrencisi Paxton Smith’in kürtaj hakkını savunduğu mezuniyet konuşması viral oldu.” “Şarkı söyleyerek meyve satışı yapan adam sosyal medyada viral oldu!” Viral olmak, yani bir virüs gibi bir video ya da fotoğrafın çokça paylaşılarak yayılması... Viral olumlu bir anlama kavuştu, bir şey ne kadar paylaşılıyorsa o kadar iyi. Viral sözcüğünün ilk çağrıştırdığı şey de bağışıklık sistemi. Bağışıklık sistemi zayıfladığında ya da olmadığında virüsün etkisi de artıyor. Sedat Peker, videolarında hangi kitaptan bahsediyorsa o kitap çoksatarlar listesine girebiliyor, viral oluyor kısa bir süre... Örneğin Vedat Türkali’nin ‘Bir Gün Tek Başına’ adlı romanı... Bir edebiyat eleştirmeninin değil de Sedat Peker’in tavsiyesi daha muteber geniş yığınların gözünde. Edebiyat eleştirmenine göre daha sahici bulunuyor belki Sedat Peker’in yorumu.

BAŞKA’LIĞIN KAYBOLUŞU

Toplumun bağışıklık sistemi, uzun zamandır zayıflamış durumda. Byung-Chul Han ‘Yorgunluk Toplumu’ kitabında, bağışıklığın ‘başka’lıkla ilişkisi üzerinde duruyordu. Başkalığın ve yabancılığın kayboluşuyla... ‘Başka’lığın yerini ‘fark’, ‘yabancı’lığın yerini ‘egzotik’ olan aldıkça... Artık tıptan siyasete, yeni çıkan virüslerden dünyaya yayılan göçmenlere, hemen hemen her yerde viral durumlarla karşılaşıyoruz ve bu viral durumlara karşı güvenlik stratejileri geliştiriliyor bir yandan. Virüse karşı aşı, bilgisayar virüsüne karşı antivirüsler, göçmenlere karşı inşa edilen duvarlar, spam’lere karşı programlar... Mülteciler bir yabancı olmaktan ziyade bir ‘yük’ olarak algılanıyor artık.

HAFİFMEŞREP

Bağışıklık sistemi zayıfladığında, bu geçirgenlik, Byung-Chul Han’ın tespit ettiği gibi bir ‘hafifmeşrep’liği dayatıyor. Sağcı birisi solculara ‘çakma solcular’ diyerek solculuğu öğretebilir, hemen hemen herkes her konuda sanki bir uzmanmış gibi konuşabilir. Bu hafifmeşreplik, bağışıklıkla zıt bir biçimde melez düşüncelere ve tutarsız hayat görüşlerine yol açıyor. Bunu bir tür aşılama gibi görmek de mümkün, sağcılık kendisini solculukla, solculuk kendisini sağcılıkla aşılamaya çalışıyor. Bu geçişkenliğe dayanabilmek ve viral etki yaratabilmek için sanki bu tür bir aşı-lama gerekliymiş gibi düşünülüyor. Ama bu aşılama, ‘başka’lıkların sonunu getiriyor, ‘aynı’laşmaya neden olarak. Bu da hayatın yoksullaşması demek, her şey özünü yitiriyor. Ama biliyoruz ki, şiddet sadece karşıt kutuplar arasında ya da ‘öteki’ler arasında değil, ‘aynı’ olanlar arasında da yaşanır ve yaşanıyor. Başka’lık ortadan kalktığı için, ‘direnç’ de ortadan kalkıyor. Hakikat, direnç olmaksızın var olamıyor, her şey kolayca doğru ya da her şey kolayca yanlış olabiliyor, bir şeyin doğru ya da yanlış olması, viral etkisiyle ölçülebiliyor.

AYNILIK

Aynı’lık antikorlar üretse de direnci de ortadan kaldırıyor. Bugün aynılık arttığı için, tepkisizlik, yorgunluk, amaçsızlık da artmış durumda. Çünkü üretme, performans veya iletişim, birbirinin benzeri bütün o YouTube videoları ya da tweet’ler gibi, bir şaşkınlık, heyecan ya da farkındalığa neden olmuyor, her şey geçici, bir sabun köpüğü gibi… Zenginlik bile viral olarak arzulanıyor, BitCoin’e yönelik artan arzuda da bu vardı, herkes birbirine fısıldayarak fantezileri kışkırttı.

İMKÂNSIZ PERFORMANS

Başka’lığın ve yabancı’lığın sona ermesiyle birlikte performans öne çıktı. Byung-Chul Han, Fou-cault’nun bahsettiği ‘disiplin toplumu’ndan, yani cezaevleri, akıl hastaneleri, kışlalar ve fabrikalardan fitness salanlarına, ofislere, AVM’lere doğru bir kayışın olduğunu ve artık her anlamda bir ‘performans toplumu’na dönüştüğümüzü iddia ediyor. ‘Disiplin toplumu’nda suçlular, deliler, başka’ları varken, ‘performans toplumu’nda ise başarılı olanlar ve ezikler vardır. Aynı’lık içinde kimin daha çok takipçisi olduğu ya da banka hesabındaki miktar önemli oldu, iyi ya da kötü olmak değil. Ama performans kaygısı, ister istemez depresyonu peşinden sürükler.

Bizim durmaya ve derinleşmeye ihtiyacımız var, bütün virüslerden bizi koruyacak olan da hayatı savunan dirençlerde…