Elektronik mühendisi olmasına rağmen dinsel konularla ilgili yayınlar da yapan Steven Cheairs adlı Amerikalı yazarın 1995’te yayımladığı broşür boyutlarında küçük bir kitap var. The Lot’s Wife (Lut’un Karısı) adlı bu kitapta Cheairs trajikomik bir saflıkla Lut Kavmi hikâyesini yorumlamaya çalışıyor.

Öyküyü bilirsiniz: Tanrı, eşcinsellik ve zina günahlarına batmış Sodom ve Gomorra şehirlerini yok etmeye karar verir. Peygamber Lut ve ailesi bu gazaptan kurtulmak için bölgeden ayrılacaktır. Gazap sırasında şehirden çıkarken Lut’un karısı tanrının ‘arkaya bakmama’ konusundaki buyruğuna karşı gelir, dönüp şehre bakar. Bunun üzerine Tanrı tarafından bir tuz sütununa dönüştürülerek cezalandırılır.

Cheairs’in sorusu şöyle: “Tanrının herhangi birini tuzdan bir sütuna dönüştürebileceği konusunda tek bir an bile şüphe etmem, ama bunu niçin yaptığını anlayamıyorum. Bizim TANRI’mız anlamsız ve gereksiz büyü numaraları sergileyen bir Olimpos tanrısı değil ki!”

İnançlı mühendis Cheairs belli ki dinsel anlatılara yönelik akılcı sorular sormaya başlandığında ortaya çıkan çatışmayı yaşamış: Ya bu hikâyeyi tüm anlamsızlığına rağmen olduğu gibi kabul edeceksin –‘aklını at, kurtul!’- ya da yeniden yorumlayarak akılcılaştıracaksın... İkinci yolu seçen Cheairs kitabında Lut’un karısıyla ilgili bilginin Tevrat’in (Eski Ahit) çevirisi sırasında yapılan bir yanlıştan kaynaklandığını söylüyor. Ona göre Tevrat’ın çevirisi sırasında henüz sesli harflerin kullanılmadığı eski İbranice’de ikisi de ‘mlch’ şeklinde yazılan ‘melach’ (tuz) ve ‘malach’ (ortadan kaybolmak) sözcükleri birbiriyle karıştırılmış, bu yüzden üç tek-tanrılı dinin mensupları aslında tanrının ‘yok ettiği’ kadın yerine tanrının ‘tuzdan sütun’a dönüştürdüğü bir kadına inanmaya başlamış...

Cheairs’in akılcılaştırma girişimini trajikomik yapan bu işte: Tanrı’nın kadir-i mutlak olduğu konusunda kendini ikna etmeye çalışırken dinsel mitolojinin temelinde büyük bir çatlağa yol açtığının farkında değil… Her ne kadar Cheairs devamını getirememişse de, bu etimoloji ve dilbilim çalışması dinler tarihini yeniden okumaya ve nihayet dinin iktidarlar tarafından nasıl bir ‘ideolojik aygıt’ olarak kullanıldığını çözümlemeye kadar gidebilir.

Tek-tanrılı dinler arasında Lut’un peygamber olarak kabul edildiği tek din olan İslam’ın Anadolu versiyonunda böyle bir şey olmuyor tabii… Bizim geldiğimiz nokta, elektrik-kamera-bilgisayar-uydu-televizyon-telefon sayesinde bir izleyicinin tele-vaiz Hatipoğlu’na sorduğu şu 21. yüzyıl sorusunda gizli: “Zayıflamak için Lut Gölü tuzu kullanmak haram mı?”

Ama ‘dinsel mantık’ dendiğinde her zaman daha fenasını görebilirsiniz: Adnan Oktar adlı tuhaf din tacirinin TV kanalı başta olmak üzere, özellikle ‘hilafet’ meselesinin sürekli gündeme getirildiği son 3-4 yıldır birçok yerde “Peygamberimiz (SAV) Marmaray’ın Hz. Mehdi döneminde açılacağını hadislerde bildirmiştir” başlığıyla sunulan akıl yıkımını alın mesela… Buna göre, Gaybet-i Numani adlı kaynakta geçen şöyle bir hadis varmış: “Kaim (Mehdi) (as) zuhur ettiğinde, ...Konstantiniyye’ye (İstanbul’a) talebelerini gönderir. Denize vardıklarında ayaklarıyla bir şey yazarlar ve su üzerinde yürürler.”

‘Denizin üstünde yürüme’yle ilgili kısım son derece açık, ama mehdiciler/hilafetçiler çok tuhaf bir şey yapıp ‘su’dan sonra bir virgül koyarak okuyorlar. Sonuç: Mehdi suyun (Boğaz’ın) altından (Marmaray’la) geçecek!

Uzay çağında İslam’ın temel sıkıntılarından biri, henüz bir ‘aydınlanma’ dönemi yaşayamamış olması… Hele bir de alaturka ‘Şark kurnazlığı’yla birleşince suyu istediği yerden yürüten bir karanlık çıkıyor ortaya. Ama tüm saçmalığına rağmen tarihin diyalektik akışına uygun bir şey bu; aydınlanma ihtiyacı için önce karanlığın artması gerekiyor: “Zulmün artsın ki tez zeval bulasın!”

Ülke gündeminin imamlarla, mehdilerle, halifelerle tanımlanmaya çalışıldığı bu karanlık işte bu yüzden son bulacak, er ya da geç, kendi karanlığının dayanılmaz ağırlığı yüzünden…