Koronavirüs korkusuna rağmen çalışmak zorunda olan Gülsüm, “Bir kere virüsle ekmek parası arasında sıkışmış biriyim” diyor ve ekliyor: “Evde kal, demekle evde kalınmıyor. Kendi kendime, ‘Gülsüm virüsten ölmezsen açlıktan öleceksin,’ diyorum”

Virüs ile ekmek parası arasında sıkıştık kaldık

UĞUR ŞAHİN

Covid-19 salgını gibi “Evde kal” çağrıları da sürüyor. Ancak iktidarın bu çağrısından ‘muaf’ tutulan bir kesim var: İşçiler! Öyle ki bu süreçte birçok işçi koronavirüs nedeniyle yaşamını yitirdi. Yüzlercesi hâlâ bir arada ter döküyor, bu esnada fiziki mesafe ise hak getire…

Gülsüm, koronavirüs korkusuyla çalışmaya devam eden işçilerden yalnızca biri. Otomotiv sektöründe çalışıyor. “Bir kere virüsle ekmek parası arasında sıkışmış biriyim” diyerek başlıyor sözlerine. Hemen peşine de “Gitsen olmuyor, gitmesem hiç olmuyor” diyor.

Gülsüm’e bu süreçte neler yaşadığını soruyorum, yanıtlarken sesi titriyor: “Evimde yaşlı insan var, küçük çocuğum var. Kaygıyla işe gidiyorsunuz, ölümü ensenizde hissediyorsunuz ama çalışmak zorundasınız. ‘Evde kal’ demekle evde kalınmıyor gerçekten. Çünkü devlet tarafından hiçbir destek görmüyorsunuz. Televizyonda söylendiği gibi değil hiçbir şey. Yardımlara da başvurdum ama ulaşamadım. Üstelik kiracıyım. Kara kara düşündüm ne yapsam diye. Maddi manevi tüm zorlukları iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Çalışmak zorundayım çünkü Cumhurbaşkanı, ‘Çark dönecek, üretim devam edecek’ diyor. Kendi kendime, “Gülsüm virüsten ölmezsen açlıktan öleceksin,” diyorum. Emin olun birçok işçi bu durumda.”

‘EN SEVDİĞİNİZİN KATİLİ OLABİLİRSİNİZ’

Peki fabrikada durum nasıl? Alınan önlemler yeterli mi? Şöyle cevap veriyor Gülsüm: “Çalıştığım yerde testi pozitif çıkan arkadaşlarım oldu, tedavileri bitti ve şu an birlikte çalışıyoruz. Onlar da bu süreçte dışlandı, ‘Acaba bize de bulaşır mı’ diye. İlk başlarda hiçbir tedbir alınmamıştı, ben de pozitif çıkabilirdim. Yaptığımız iş itibariyle herkes aynı şeye dokunuyor. Siz kendinizi nasıl izole edebilirsiniz? En sevdiğimin katili olabilirim düşüncesiyle eve geliyorum. Çocuğunuza sarılamıyorsunuz. Zaten karın tokluğuna çalışıyorsunuz. Virüsün en büyük yükünü çarkları bir şekilde döndüler çalışıyorlar. Ölümüne ekmek parasına gidiyorsunuz. Halen de bu korkuyla işe gidiyorum.”

‘KAFANIZDA HEP ACABA VAR’

Gazi Mahallesi’ndeki bir gecekonduda oturan Semih de evde kalamayanlardan. Büyükçekmece’deki bir fabrikada çalışıyor. Şunları kaydediyor Semih: “’Fabrikanın yönetimi, çalışmak istemiyorsan devlet ödeneğinden faydalanabilirsin’ dedi bana ancak ben kredi ödüyorum. Kurtarmıyordu ve çalışmak zorunda kaldım. Emin olun çok tedirginim, sonuçta annem şeker hastası. Çocuklarım var, eve giderken acaba bende var mı diyorum. İnsanın kafasında hep acaba oluyor. Bana bir şey olursa çocuklarıma kim bakacak diye düşünüyorum.”

*Kişilerin güvenliği için isimleri değiştirildi.


40 YIL VERGİ VERDİĞİM DEVLET BANA BİR AY BİLE BAKAMADI

DİSK’e bağlı Limter-İş yöneticisi 56 yaşındaki Hasan Albayrak ve 4 kişilik ailesi koronavirüse yakalandı. Tedavisi tamamlanan Albayrak’a bu süreçte neler yaşadığını sordum, şöyle yanıtladı: “Kızım fabrikada çalışırken, özellikle birkaç arkadaşının mesaiye gelmemesinden şüpheleniyor. Kızım da izin istiyor ama vermiyorlar. Aynı fabrikada çalışan komşumuzun da testinin pozitif çıktığını öğrenince kendimizi hastaneye attık. Testimiz pozitif çıktı ve koronaya yakalandığımızı böyle anladık. Kızım, torunum, oğlum, eşim hepimiz aynı evdeyiz. Testimiz pozitif çıkınca izole olduk. Kızım arkadaşından kapmış, biz de ondan… Sonuçta dairemiz 2+1.”

‘EVDE KAL’ DİYORLAR DA NEREYE KADAR KALABİLİRİZ?

Albayrak, sözlerini şöyle tamamladı: “Koronaya yakalandığımız için çocuklarım da çalışmıyor ben de çalışmıyorum. Üstüne kirada oturuyoruz ama kimse bize bir ihtiyacınız var mı diye sormadı. Böylece sosyal devletin olmadığını anlamış oldum. Ben tersanelerde 40 yıl çalıştım, 40 yıl vergi verdim ama devlet bana 1 ay bile bakamadı. Bu süreçte tersanelerde birçok işçi koronaya yakalandı. Yeğenimin eşi fabrikada çalışıyor o da koronaya yakalandı. Bu çalışma sistemi devam ettiği sürece korona bitmez. Doğalgaz, elektrik kira derken, ‘evde kal’ diyorlar, nereye kadar kalacağım?”

EVDE KALDIĞIM ZAMAN FATURAYI KİM ÖDEYECEK?

“Evde kaldığımda faturalarımı kim ödeyecek? Evde kal’ diyorlar da bu millet nasıl evde kalsın? Patronlar zaten evde kalmanı istemiyorlar ki.” Sedef Tersanesi’nde çalışan Erdal Erat’ın bu sözleri, tabloyu özetler nitelikte. Erat’a göre koronavirüs sonrasında çalışma yaşamında bir değişiklik olmadı; zorlayıcı koşullar hâlâ geçerli. Erat, “Sadece ilk hafta geç saatte sokağa çıkma yasağı ilan edildi ya, bir tek o hafta işe gitmedik” diyor ve ekliyor: “Geri kalan süreçte hep alınan özel izinlerle çalıştık. Tersanede vakalar çıktı, bir hafta boyunca bizden saklandı. Bunlar sonradan ortaya çıktı. Bu süreçte insan hayatına hiç önem verilmediğini, değer verilmediğini gördük. Patron için iş yürüsün de nasıl yürüyorsa yürüsün. Kalan sağlar bizimdir hesabı… Akşam eve gittiğimde acaba eve virüsü getirdim mi, getirmedim mi kaygısını yaşıyorum. ‘Pandemi yardımı yapıyormuş devlet, bin TL… Verseler zaten faturaları ödersin. Doğalgaz, elektrik, su kaç para? Herkes aynı durumda, herkes endişeli. Babamla aynı işyerinde çalışıyoruz babam mesajla bu dönem gelmiyor ama durumu olmayanlar mecbur işe gelmek durumda. Gelmediği zaman kredisini ödeyemez ve kimse onlara bu akşam evinde ekmek var mı diye sormaz. Mecburen çalışıyoruz.”

COVID-19’A YAKALANDI, İŞTEN ÇIKARTILDI: HANİ YASAKTI?

Barsan Global Lojistik’te çalışan Mahir Albayrak isimli işçi de Covid-19’a yakalandı. Üstelik söz konusu firma, Albayrak’ı ücretsiz izindeyken, ‘tazminatsız’ şekilde işten çıkarttı. Albayrak, “Hani işten çıkartma yasağı vardı” diye soruyor, hemen devamında da “İlk zamanlarda evde kalabilseydim virüse yakalanmazdım” diye konuşuyor.

Albayrak’ın anlattıklarına göre firma önlem almakta çok geç kaldı: “Önlem alınsaydı ne ben bu halde olurdum, ne de işimizi kaybederdik. Covid’e yakalandıktan sonra vardiya amirimizi aradım. ‘Eşim kalp rahatsızı semptomları erken gösterdi. Bundan dolayı hastaneye gittik, bende herhangi bir belirti yoktu, test yaptırdım pozitif çıktı’ dedim. Çalıştığım yerde 7 kişinin 5’i pozitif çıktı, 2’si karantinada. Gümrükte konteynıra 2 metrelik yere 3-5 kişi giriyorduk. Önlemler de alınmamıştı. Ben önlem alınmıyor diye herkese açık açık söylüyordum. Beni 12 Mayıs’ta işten çıkartmışlar, eve gelen kağıtla öğrendim. Biz orada her işi yapıyorduk. Bizim orada sadece kendi işini yaparsan olmaz, yapmazsan deponun en ağır yeri nereyse oraya gönderirlerdi. Büyük bir ihtimal şoförlerden kaptım. Bundan 1 hafta öncesine kadar öksürükten konuşamıyordum. Hem ücretsiz izne çıkıyorum hem testim pozitifim ama tazminatsız işten kovuluyorum. Bir tane 3 yaşında bir tane de 2 aylık bebeğim var. Hiçbir yan gelirim de yok. Mahkemelerin açılmasını bekliyorum.”


‘SOSYAL YARDIM’ GİRDABI

Koronavirüs nedeniyle sosyal yardım alanların sayısı artıyor. Dr. Denizcan Kutlu'ya göre, yardım yapmak bir çözüm değil ancak koruma araçlarından biri: “Sorun şu ki, Türkiye ve yoksullar sosyal yardım girdabına öylesine sokuldu ki, başka bir yol düşünülemez oldu”

EKONOMİK tablonun her geçen gün kötüye gittiği ülkede, yalnızca geçen yıl nüfusun yüzde 34’ü ‘sosyal yardım’ aldı. Covid-19 salgını sürecinde söz konusu yardımları alan yurttaş sayısı arttı. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ndan yerel yönetimlere kadar pekçok kurum yardım faaliyetlerini sürdürürken, tablo yoksul kesim için oldukça kötü. Peki, sosyal yardım bir çözüm mü? “En alttakilere” yapılan destekler ne durumda? Devlet, salgın günlerinde yoksul yurttaşların ihtiyaçlarına karşılık buldu mu? Bu sorulara yanıt aramak için Dr. Denizcan Kutlu ile görüştük.

İlk olarak hem dünyada hem de ülkede Covid-19 kriziyle beraber sosyal devlet hatırlandı. Türkiye’nin de bir “sosyal devlet” olduğunu düşününce, sizce ülkedeki özel olarak korunması gereken, yoksul virus-ile-ekmek-parasi-arasinda-sikistik-kaldik-736663-1.yurttaşların talepleri salgın günlerinde ne kadar karşılandı?

Söylediğiniz gibi, devletler sosyal niteliklerini ön plana çıkarmak durumunda kaldı. Türkiye’de de kimi gelişmeler oldu. Bu kesimlerin devletten talepleri değil de beklentilerinin olduğunu söyleyebilirim. Ama onlar adına talep örgütleme çabaları oldu. Yoksullar deyince akla, öncelikle işsiz yoksullar geliyor, devlet de yoksulluğu işsiz yoksulluğu olarak kavrıyor. Oysa çalışan yoksullar ve yoksullaşma riski altında olanlar da var. Bu talepler arasında zorunlu mal ve hizmet üretim yerleri hariç 15 gün süreyle bütün işlerin durdurulması, fesih yasağı, gelir kayıpları için İşsizlik Sigortası Fonu kaynaklarının kullanılması, işsizlik sigortası ve kısa çalışma ödeneğinden yararlanma şartlarının askıya alınması, ücretli izin, gelir desteği, fatura borçlarının ertelenmesi gibi konular öne çıktı. Kısa çalışma ödeneği ve nakdi ücret desteği temelinde eksik de olsa kimi adımlar atıldı. Şimdilik 3 faz olacak şekilde bin TL ek nakit yardım uygulaması başladı. Bunun önemsiz olduğunu söylemiyoruz; ancak devletin Anayasa’dan kaynaklı sosyal devlet ilkesi temelinde şekillenen çalışma hakkı, işsizleri korumak, işsizliği önlemek ve sosyal güvenliği sağlamak görevlerini yoksullar nezdinde yerine getirebildiğini ileri sürmek de mümkün değil. Yapılan ödemeler tek seferlik ve bu süreçte tek seferlik ödemelerden çok gelir garantisine ve güvencesine ihtiyaç var.

NEREYE HARCANDIĞI BİLİNMİYOR

Koronavirüs salgını başlar başlamaz merkezi iktidar, çözümü yurttaşlardan para toplamakta buldu. Bu kampanyalara gerek var mıydı? Devlet, sosyal yardımı kampanyasız yapamaz mıydı?

Toplanan paraların nereye harcandığı bilinmiyor. Bir soru önergesi verildi diye biliyorum. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’nun gelir-gider yapısı, mevcut durumu Sayıştay raporlarından izleyemediğimiz için bilmemekle birlikte, 2017 yılını da kapsayan eğilim devam edip fazla verse de bu yeni harcamalar için yeterli olmayabilirdi. Zira Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları’na aktarılan periyodik transferler aylık 135 milyon TL’den 180 milyon TL’ye çıkartıldı. Ek iki periyodik pay daha gönderilerek ve 352 milyon 880 bin 238 TL tutarında bir kaynağın Vakıflara aktarılması karar altına alındı. Toplanan paraların bir bölümünü bin TL’lik yardımlarda kullandıklarını tahmin ediyorum. Fon gelirlerini artırmak, bunun için de Fonun gelir yapısıyla ilgili düzenlemeler yapmak gerekebilir. Diğer fonlardan aktarımların yanında Fona aktarılan tutarlarda bütçede öngörülen sınırların üstüne çıkan kimi düzenlemeler de gündeme gelebilir. Ödenek üstü giderler, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Yasasına aykırı olduğu halde zaten yapılan bir şeydi. Bunu Sayıştay’ın Genel Uygunluk Bildirimi raporlarında da görmek mümkün. Sayıştay aykırılığı saptıyor; ancak “Meclisin takdirindedir” diyor. Aziz Konukman Hoca, aralıkta BirGün’de söylemişti bunu. Örneğin 2018 yılında sosyal güvenlik ve sosyal yardımlar için yaklaşık 737 milyon TL ödenek üstü gider tutarı hesaplanmış. Ayrıca ek bütçe yapılabilir ya da yedek ödenek koyulabilir. Yasanın 19’uncu maddesinde “kamu idarelerinin bütçelerinde ödeneklerin yetersiz kalması halinde veya öngörülemeyen hizmetlerin yerine getirilmesi amacıyla karşılığı gelir gösterilmek kaydıyla” ek bütçe yapılabileceği kayıtlı. Gelir gösterilmesi dediği için kaynak sorunu belirecektir. Burada da Sosyal Bilimcilerin Çağrısı adlı metinde geçen, “Bütçe gelirleri azalırken giderlerinde büyük sıçramalar ortaya çıkmasına getirilecek çözümlerden biri de, gerçek bir servet vergisi olmalıdır” vurgusuna gönderme yapmak isterim.

REFAH REJİMLERİNE GÖRE DEĞİŞİK BİÇİMLER ALIYOR

Dünya genelindeki “sosyal yardım” anlayışıyla Türkiye’deki sosyal yardım anlayışını kıyaslasınız neler söylersiniz?

Dünyadaki sosyal yardım uygulamaları ülkelerin refah rejimlerine göre değişik biçimler alıyor. Bu süreçte sosyal sigorta modeli daha güçlü olan Almanya, Fransa, İsviçre; evrensel hizmet anlayışına dayalı İsveç, Danimarka ve Hollanda gibi ülkelerde sosyal yardımlardan çok, sosyal sigorta ve işgücü piyasasına dayalı koruma biçimleri öne çıkmakta. Liberal olarak sınıflandırılan Amerika, İngiltere, İrlanda, Avustralya, Yeni Zelanda’da ve İspanya, Portekiz ve yer yer İtalya’nın dahil edildiği Güney Avrupa modelinde ise sosyal yardımlarla ilgili düzenlemeler yapılıyor. Ancak yardımlarla ilgili esas gelişmeler Asya ve Latin Amerika ülkelerinde gözlemlenmekte. Aynı zamanda Dünya Bankası’nın yoksulluğu azaltma stratejilerinin de uygulanmış olduğu ülkeler bunlar.

Sosyal yardımlardan yararlananlara, belirli bir gelirin altındaki kişi ve hanelere, beslenme ve bakım hizmetleri temelinde çocuklara, çift ödeme biçiminde yaşlılara, engellilere, çalışan yoksullara ve sayısı oldukça az olmakla birlikte salgından etkilenenlere yönelen yeni sosyal yardım programları devreye sokuldu. Ağırlık, yararlanıcıların kapsamını genişleten programlarda. Düzensiz çalışan, yeni işsiz kalan, kayıt dışı çalışıp yardımlardan yararlanmayan yoksullar ve evsizlere yönelen nakit yardımlar da yapılıyor. Yararlanma şartlarını erteleyen ülkeler de var. Türkiye’nin şu ana kadarki 3 faz uygulama temelinde halihazırda yardım alanlara ve belirlenen yeni yararlanıcılara ek aktarım yapan Latin Amerika, Asya ve Güney Avrupa ülkeleriyle birlikte anılabileceğini söyleyebiliriz.

YARDIM YAPMAK ÇÖZÜM DEĞİL

Halihazırda yoksul insanlar, koronavirüs kriziyle birlikte ya ücretsiz izne çıkarıldı ya da işten çıkartıldı. Bu, söz konusu grupların sorunlarının daha da büyümesine neden oldu. Peki, bu bahsettiğim yurttaşların sorunlarına kısa sürede yanıt aramak için çözüm sosyal yardım mı?

Tek çözüm değil, her şeyden önce yardım yapmak bir çözüm değil, ancak koruma araçlarından biri olabilir. Kaldı ki, tanımsal olarak sosyal yardımlar gelir kayıplarına dayalı acil ekonomik sorunlar karşısında geçici ve kısa süreli bir koruma aracı. Örneğin 3’üncü faz bin TL’lik yardım programı içerisinde, başvuru sahibi SGK’dan aylık veya gelir alan bir kişi olmadığı sürece, sosyal güvenlik kapsamında birinin olduğu hanelerden ihtiyaç sahibi kabul edilenler bu ödemeye hak kazanacak. Ücretsiz izne çıkartılıp nakdi ücret desteği alanların hanelerini bu kapsamda değerlendirebiliriz. İşsiz kalıp, işsizlik ödeneğine başvuru şartlarını karşılayamayanların da 2’nci ve 3’üncü faz yardımlara yöneldiğini düşünebiliriz. Sorun şu ki, Türkiye ve yoksullar sosyal yardım girdabına öylesine sokuldu ki, başka bir yol düşünülemez oldu. Mecburen biz de onun üzerinden konuşup önerilerde bulunuyor konumuna geldik.

EN ALTTAKİLERİ VURMAMASI ŞAŞIRTICI OLURDU

Salgın, toplumun “en alttakilerini” vurdu. Siz bunun nedenini neye bağlarsınız?

Pek çok nedeni olmalı. Bir kere düzensiz ve güvencesiz çalışma daha yaygın ve gelir kayıplarına daha çok maruz kalıyor. Herhangi bir birikim yapma şansı olmadığı gibi borçluluk yaygın. Dışarı daha çok çıkmak zorunda. Çıktığında daha uzun süre yolda zaman geçiriyor ve toplu taşım kullanıyor. Evden çalışabilecek işlerde istihdam edilme eğilimi düşük. İşten çıkartılsa bile iş aramak zorunda. İşsizlik ödeneğine başvuru şartlarını karşılamakta güçlük çekiyor. Evde kalamadığı gibi kalınan hanenin fiziksel ve sosyal şartları da bir değil. Orta ya da üst sınıflara göre daha kalabalık ev ve mahallelerde çok daha fazla kişiyle temas etmek durumunda kalıyor. Uzun süreli ve toplu market alışverişi yerine günlük kazanca dayalı günlük alışverişler yapmak daha yaygın bir eğilim. Kaldı ki yakınında böylesi marketler olmayabileceği gibi olsa bile veresiye yazdırabilmesi de olanaksız. Öte yandan bağışıklık sistemini doğrudan etkileyen gıda ve yemek yeme alışkanlıkları ve tüketim eğilimleri de son derece sınıfsal konular. Nitelikli sağlık hizmetine erişimin yoksullar açısından daha büyük bir sorun olduğunu da eklemeli. Bu ve başka eşitsizlik biçimlerini bir araya getirince salgının en alttakileri vurmaması şaşırtıcı olurdu.

Koronavirüs tedbirleri kapsamında 2 milyon ihtiyaç sahibi aileye bin TL’lik “tek seferlik” ödemelerin yapıldığı esnada, PTT önlerinde büyük kalabalıklar, kuyruklar oluştu. PTT önlerindeki yoksulluk manzarası sonrasında, “Bin TL’lik yardım salgın dinlemedi” yorumları yapıldı. Yardım alabilmek için virüse yakalanmayı göze almayı nasıl yorumlarsınız?

Sosyal yardım alanların davranışlarını tek bir etmenle açıklayamayız. Öncelikle acil ekonomik ihtiyaçlar ve mecburiyetler temelinde yorumlarım. Kimileri, “Yığılma olacağını ve bulaş riskini düşünüp ertesi günlerde gitselermiş” diyebilir. Yardım alanların yoğun olarak yaşadığı mahallelerdeki çalışmalarıma dayalı olarak söylüyorum. Sosyal yardım alan yoksullar açısından durum pek öyle olmuyor. Alınan ya da yapılacağı söylenen yardım, ne kadar süre ödeneceği belirsiz, her an kesilebilir, gelecek ay yatıp yatmayacağına ilişkin kaygı duyulan bir destek olarak algılanıyor. O nedenle, “Yarın ne olacağı belli olmaz, biz bu günden gidelim” gibi bir mantığın devreye girmiş olma ihtimali çok yüksek. Ayrıca bu tür gündemlerde, özellikle yardımlar söz konusu olduğunda toplu davranma özelliklerini koruyan ve sürdüren bir kesimden söz ediyoruz. Bin TL ödeme yapılacağı bilgisinin çok kısa bir süre içerisinde yayıldığını ve hemen ertesinde de ödemenin hangi ölçüte dayalı, hangi hedef nüfusa yapılacağı bilgisine pek de sahip olmadan mahallelerden yer yer gruplar halinde PTT önlerine gidildiğini düşünüyorum. Ortada benim açımdan şaşırtıcı bir durum yoktu. Bu tür dönemlerde ve özellikle yardımlar konusunda birey ve toplum davranışını gözetmeyen öngörüsüz kararların bir sonucuydu yaşanan. Ancak bakanlık devamında yerinde kararlar alarak, yığılmaları engellemeye çalıştı.

Son olarak özetlemek gerekirse koronavirüs ülkedeki yoksul gruplar özelinde neyi açığa çıkardı?

Türkiye’de iktisadi yapının ve sistemin bu tür olağanüstü salgın dönemlerinde yeni yoksullar üreten dinamikleri barındırdığını gösterdi öncelikli olarak.Ayrıca yoksulların ya da yoksullaşma tehlikesiyle yüzyüze olanların ücret gelirine ve çalışmaya bağımlı bir geçim örüntüsü içerisinde olduklarını, bu gelir türü kesildiğinde nasıl savunmasız kaldıklarını bir kez daha görmüş olduk. Bu süreç, yoksulluk karşıtı koruma araçlarının sosyal yardıma indirgenmiş olan yapısını da gözler önüne serdi. Yoksulluk denildiğinde herkes gözünü kulağını ne kadar sosyal yardım yapılacağına dikti. Bulaş riskinin yoksullar arasında çok daha yüksek olması, çıkan haritalarda Covid-19’un emekçi ve yoksul mahallelerinde çok daha yaygın olması bir diğer gözlem idi. Ayrıca yoksulların kendi adlarına talep örgütleyememesi, temsil ilişkileri yaratamaması, bunu yapacak araçlardan uzak oluşları, örgütlü yapılarınsa talepleri çalışma yaşamındaki kayıtlı işgücü temelinde şekillendirmesi dikkat çeken bir durum oldu.

Yarın: Tekstil ve inşaat işçileri anlatıyor