Yetkililer, yurtdışından gelen 11 bin 269 yurttaşımızın 23 ildeki 36 öğrenci yurdunda gözetim altına tutulduğunu açıkladı.

Sonrasında gençlerimizin kalacağı bu yurtlarla ilgi başkaca bir açıklama yapılmadı. Hatırlarsanız, gece yarısı yataklarından kaldırıp sokağa bırakılan ve ailelerin yanına ulaşıp ulaşmadığı dahi sorulmayan gençlerin, geri dönüşlerinde o odalarda nasıl yaşayacaklarıyla ilgili herhangi bir söz de edilmedi!

Hoş “sağlığınız için tüm önlemleri aldık” denilseydi bu sözlere gençler inanacaklar mıydı?

Yandaş vakıfların değil de devlet yurtlarını kullanan bu ayrımcı zihniyetin o yurtları, sağlıklı hijyen koşullarına uygun hale getirdiklerine nasıl güven duyabilirler?

Bilindiği gibi 27 Şubat 2020 günü Suudi Arabistan, koronavirüs salgını nedeniyle Umre ziyareti için ülkeye girişleri durdurmuştu.

Buna karşın, 14 Mart’tan itibaren virüs bulunan bu ülkeden dönen 21 bin kişi hiçbir önlem alınmadan Türkiye’ye girdi!

Umrecilere sadece Diyanet Işleri Başkanı Ali Erbaş, koronavirüse karşı 14 gün boyunca evden çıkmamaları tavsiyesinde bulundu. Bu tam bir aymazlıktı…

Nitekim durumun çok vahim olduğunu gören bilim insanları yapılan çağrının yetersiz olduğunu, Umrecilerin karantina altında tutulmaları gerektiğini yetkililere bildirdi. Buna rağmen iktidar popülist yaklaşımla uyarılara kulak asmadı. Virüs geniş bir kitleye yayıldı.

Korkulan oldu. Umre dönüşü sonrasında Türkiye’de ölüm ve koronavirüs tanısı konulan hasta sayısı geometrik olarak arttı...

Dikkatle bakıldığında iktidarın bu konuya hala bilimsel olarak yaklaşmadığı anlaşılıyor.

Yalnızca önlem almada eksik kalındığı kadar, en basit gereksinimler de bile yeterli hazırlık yapılmadığı görülüyor.

Müteahhitlerin gelirini, ihtiyacını ve kurtarılmasını düşünürken halka sadece kolonya dağıtılacağı müjdesi utanmadan verilebiliyor!

Devletin önüne koyabildiği hiçbir güvenli ve sorun çözücü planı olmadığını gören halkımız, kendi sağlığını korumak adına önlemler almaya çalışıyor.

Bir yandan uzmanları dinliyor, diğer yandan farklı ülkelerde yapılanları araştırıyor, olanakları çercevesinde ailesi ve kendisi için çözüm yolları arıyor.

Ancak şunu da tespit etmeliyiz; “Devlet kendi söylediklerine uymuyor!”

Şöyle ki; Siyasal din takıntısıyla Umrecilerin ülke içinde dağılmasına müsaade ediyor.

KKTC’den gelenlerin denetimsiz seyahat etmelerine göz yumuyor ama tarlasına giden çiftçiye yaşından dolayı yasak koyuyor.

Hem “evde kalın” diyor, hem de iç hat uçak biletlerinde indirim yapıyor.

Yaşlılara kolonya ve temizlik malzemeleri verileceği müjdelerken, yandaş müteahhitlere yeni kaynak yaratıyor...

Oysa devletin atması gereken başkaca adımlar var.

Devlet, koronavirüsten ölenlerin hangi ilde, mahallede ya da köyde olduğunu ivedilikle açıklamalı!

Gerçek virüs tanısı konulanların nerede bulunduklarını kamuyla paylaşmalı!

Tanı kitlerinin her ildeki özel ve kamu hastanelerinde parasız bulunabileceğini halka duyurulmalı!

Tanı konulmasında daha hızlı davranılması sağlamalı.

Bu bilgiler ışığında yurttaş kendi önlemini alacaktır.

O bölgelerde dolaşmayacak, o alanlarda bulunanlarla ilgili önlemlere daha duyarlı olacaktır. Ölüm ve hastalık yerlerini bildirmek panik yaratmaz.

Aksine sosyal izolasyonu gönüllü olarak güçlendirir…

Devletin acz içinde olması bu salgının zarar verme gücünü arttırır.

O nedenle devlet/yerel yönetimler birlikteliği halkın sağlığı açısından çok önem taşımaktadır. Ancak AKP iktidarı belediyelerle yoğun iş birliğine yanaşmış değil.

Salgın hastalıkta bile parti ayrımı yapan AKP’ye rağmen halkın sağlığı ve ülkenin selametini düşünen CHP’li Tarsus Belediye Başkanı Haluk Bozdoğan, evden çıkamayan 65 yaş üstü kişilere ve ailelere dağıtılmak üzere 30 bin koli yiyecek ve temizlik malzemesi hazırlatmış, evde bakım hizmetlerini ve çevre dezenfektasyon çalışmalarını 7/24 hale getirmiş...

Başta iktidar olmak üzere herkes şu gerçeği bilinmeli ki; Koronavirüsün partisi ve kimliği yok! Siyaseti bırakın görevinizi şova kaçmadan liyakatle yapın!