Görünen o ki salgın son bulsa da mevcut kriz hali ve ondan beslenen otoriterleşme eğilimi, küresel kapitalizmin esas vurgusu olacak. Dolayısıyla bugün salgında geldiğimiz yeni politik evreyi, virüsün sınıfı ve kapitalizmin sınırı olarak tespit edebiliriz.

Virüsün sınıfı, siyasal İslam’ın açmazı

İlda Alçay Sepetoğlu

Koronavirüs küresel sağlığı tehdit etmeye devam ederken tartışma konularımız da sağlık politikalarından ziyade kamuyu ilgilendiren daha geniş alanlara doğru yayılmaya başladı. Biyolojik olarak iyi olmaya çalışırken toplumsal yıpranmışlığımız ve arızalarımız da hızla açığa çıkıyor. Her ülkede gördüğümüz denetim bazlı sağlık politikaları, ekonomik tedbirler ve karantina uygulamaları bir yandan bize çıkış yollarına dair ipuçları verirken diğer yandan yakın geleceğimizin güzergâhlarını belirliyor. Ancak şimdiden görünen o ki salgın son bulsa da mevcut kriz hali ve ondan beslenen otoriterleşme eğilimi, küresel kapitalizmin esas vurgusu olacak. Dolayısıyla bugün salgında geldiğimiz yeni politik evreyi, virüsün sınıfı ve kapitalizmin sınırı olarak tespit edebiliriz.

KRİZİN YARATTIĞI KAVRAM: İTAAT

İtalyan filozof Giorgio Agamben bir söyleşisinde şöyle diyor: “Bugünlerde ‘kriz’ ve ‘ekonomi’ sözcükleri, kavramlar olarak değil de insanların başka türlü kabullenmeyecekleri önlem ve sınırlamaların dayatılmasını ve kabullenilmesini kolaylaştıran, ‘yönetim’ anlamında kullanılıyor.”1 Tersten okumayla şöyle de ifade dilebilir; iktidarlar yönetebilmek için gerekli olan rızayı toplum genelinde üretemediği noktada, kimi zaman iç ve dış düşman tehditlerini, kimi zaman milli duyguları pekiştirecek suni gündemler marifetiyle süreklileşmiş kriz durumu üreterek kendilerini topluma dayatıyorlar. Böylece bizler -yönetilenler- için kriz kavramı, beraberinde yeni bir zorunluluk da üretmiş oluyor; itaat etmek.

Erdoğan’ın ulusa seslenişini dinlerken aklımdan tam da bunlar geçiyordu. Özellikle vurguladığı kimi noktalar, hem yönetme becerilerinin vardığı açmazı, hem de kapitalist sistemin rengini açıkça ortaya koydu nitekim. Erdoğan’ın milletten beklentisi vardı ve şüphesiz bu bir ricanın ötesindeydi. “Velev ki virüs olsun. Gözle görülmese bile hiçbir düşman milletimizi tehdit edemez” vurgusuyla yaptığı konuşmasında, sıklıkla hissedildiği üzere milli seferberlik tonundan çağrılar yapıyordu. “Biz bize yeteriz Türkiyem” diye başlattığı kampanyaya herkesin bütçesine göre maddi destek sunmasını ve alınacak ekonomik/siyasal tedbirlere de 'itaat' edilmesini bekliyordu.

İtaat etmek, farklı ideolojilerin altında, yeni formlara bürünerek kamufle olabiliyor. Mesela Türkiye özelinde düşünürsek siyasal İslamcılığın neredeyse resmi ideoloji haline geldiği 18 yılda itaat, kutsal olanı ön plana çıkartarak rıza üretti.

Ne var ki burada sadece kurumların ve kamusal hayatın üzerinde geleneksel dinlerin etkilerini gözlemlemekten ya da dinin, siyasete içkin bir hal almasından bahsetmiyorum. Çok daha aşkın bir yerden, dünyevi olanı -devlet, millet, ırk, Erdoğan- yücelten, kutsal kılan ve onun anlamına atfedilen bir dinsellik durumunun altını çiziyorum. Böylece öte dünyaya ait olan dinsel retorik bu dünyanın maddi ihtiyaçlarına göre biçim değiştirerek, bir noktada iktidarlarının istikrarı için 'dünyevileşmeye' başlıyor. Yani siyasi iktidar, ekonomik ve toplumsal alanda önünde hiçbir muhalif ses bırakmadan manevra yapmasına olanak sağlayan işlevsel bir araç yaratmış oluyor.

Erdoğan’ın artık şahsıyla da bütünleş(tiril)miş bulunan devlet de ve bu kurum adına yaptığı her icraatın sorgusuz kabul edilme gerekliliği de kutsallaştırılan siyasetinin bir parçasına denk geliyor.

'Siyasetin kutsallaştırılması' Emilio Gentile’in İtalya’daki faşizmi incelerken öne sürdüğü bir yaklaşım. Gentile, siyasete, geleneksel dinsel kurumlardan farklı olarak özerk bir dinsel boyut eklenmesi boyutunu tartışır. Bu durumda, siyaset de kutsallaştırılmış seküler bir varlığa inanmayı, müminler topluluğuna duyulan sadakati, coşkulu bir eylemselliği ve savaşçılık ruhunu gerektirdiğinde (virüsün bir düşman ilan edilmesi örneğinde olduğu gibi) bireylerin hayatlarını feda etmelerini gerektiren efsaneler, ayinler ve semboller üzerinden kavrandığı, yaşandığı ve temsil edildiğinde gerçekleşir.2 Bireyin dünyevi bir varlığa bağlanması ve ona sadık olmaya zorlayan toplumsal-ahlaki sistemin yaratılması, aslında itaati, üretilen siyasal dinin farzlarından birisi kılmaktadır. Fakat şunu da söylemek gerek, Gentile için 'siyasetin kutsallaştırılması' veya 'siyasal din', geleneksel dinlerin bir eleştirisi olmak zorunda değil. Tarihsel olarak konuşursak, siyasal dinler sıklıkla geleneksel dinin unsurlarını hem dönüştürerek hem de kendi inançlar, efsaneler ve ayinler sistemine uyarlayarak bünyelerine katarlar3.

Türkiye’de virüsten ölenlerin 'şehit' kabul edilmesi için yapılan öneri, virüsü defetmek için kılınan 'toplu namazlar' veya camilerden yükselen 'dualar, tekbirler' bu içkin halin örnekleri sayılabilir. Bu minvalde, dinin siyasallaşmasını aşan kolektif bir seküler varlığı kutsamak, takipçilerini seçilmiş bir topluluğun üyeleri olduğuna inandırmak (Türk genine virüs zarar veremez), sembolik bir kutsal tarih yaratmak (Osmanlı dönemine sıklıkla referans verilmesi gibi), bütünlüklü bir ideoloji üretimidir diyebiliriz.

Bu noktada Erdoğan’ın konuşmasının karakterini belirleyen iki önemli ifadeyi hatırlamak anlamlı olabilir: “Her hal ve şartta ekonomik çarklar dönmek zorunda” ile “Ramazan ayında zekât vermek isteyen vatandaşlar, kampanyaya bağışta bulunsun.” Açıkça anlaşılıyor ki artık karşımızda sadece kutsal kitaba referanslarla örülü bir dünya görüşü yoktur.4 İslam’ın şartları, dönmek zorunda olan çarklar için değişime uğrayabiliyor ya da dinen zorunlu olanla pekala eşdeğer tutulabiliyor. Aslında siyasal din, kendi tapınma ve kutsama örüntülerini bu dünyanın maddi ihtiyaçları üzerine giydirerek şekil değiştiriyor ve iktidarın yeniden üretilmesini olanaklı kılıyor.

Ancak bugün salgının geldiği evrede, iktidarın bu Pirus zaferleri göz doldurmuyor. Ne yardımlar ne de bağışlar, saatlerce, kuyruklarda dip dibe bekletilen insanlar için bir çıkış ihtimali doğurmuyor. Gönüllü karantina uygulamasıyla korumaya çalıştığımız sosyal mesafemiz, sınıfsal mesafelerimizi daha da belirginleştirmeye başladı. Sınıf hareketlerinin yoğunlaşması, hak mücadelelerinin yükselmesi salgın sürecinin en önemli çıktıları olacak gibi görünüyor. Kocaeli Valisi’nin 15 gün boyunca grev ve iş bırakmayı yasaklaması tam olarak keskinleşen sınırların çarpıcı bir örneği oldu. Dolayısıyla sadece siyasi iktidarların değil, ezilen sınıflarında dünyevileşen istekleri, artık egemenlik krizinin zemini oluşturuyor diyebiliriz.

Kaynaklar:


1Giorgio Agamben ve Peppe Sava. Giorgio Agamben ile söyleşi: ‘Tanrı ölmedi, paraya dönüştü’. Ayrıntı Dergi, 10 Mart 2014
2E. Gentile, “Siyasetin Kutsallaştırılması”, sf. 419
3E. Gentile, “Siyasetin Kutsallaştırılması”, sf. 421
4Kansu Yıldırım, Siyasal İslam’ı Düşünmek: Siyasetin Kutsallaştırılması.