Durmadan yazdık, bulduğumuz boş yüzeylere. Yazdıkça var olacağımızı, varoluşun bir yazma eylemi olduğunu biliyorduk. Doğa da tüm kuvvetiyle yazıyor, yazdıkça biçimlendiriyor yeryüzünü. Kimileri doğanın 3D yazıcı olduğunu, önceden tasarlanmış formlar ürettiğini söyleyebilir. Onlara kalsa, yeryüzü bir fabrika; patronu var, tasarımcısı var, üretim bandında çalışan işçileri, prodüksiyonu ve postprodüksiyonu. Doğa, ne patronu ne de tasarımcısı olan, […]

Vitruvius adamının çaresizliği ve yalnızlığı

Durmadan yazdık, bulduğumuz boş yüzeylere. Yazdıkça var olacağımızı, varoluşun bir yazma eylemi olduğunu biliyorduk. Doğa da tüm kuvvetiyle yazıyor, yazdıkça biçimlendiriyor yeryüzünü. Kimileri doğanın 3D yazıcı olduğunu, önceden tasarlanmış formlar ürettiğini söyleyebilir. Onlara kalsa, yeryüzü bir fabrika; patronu var, tasarımcısı var, üretim bandında çalışan işçileri, prodüksiyonu ve postprodüksiyonu. Doğa, ne patronu ne de tasarımcısı olan, çok farklı kuvvetlerin bir arada işlediği bir içkinlik düzlemidir; rastlantı ile zorunluk arasında gidip gelen çizgilerle oluşturur formlarını; kendi kendine devinir ve kendini biçimlendirir. Biz, maddenin biçimlenmiş hâllerini, formları seviyoruz. Bizler de kendini biçimlendiren doğanın biçimlenmiş hâlleriyiz ve doğayız, doğanın yazıları arasından bir yazı; yazarak kendini durmadan üreten bir yazı. Yazılar birbirine öylesine dolanır ki kimin ne yazdığını ayırt edemezsiniz. Yeryüzü kolektif bir metindir.

Kendimizi yazarak var ediyorduk ama biz yazdıkça yazdıklarımızı silenler çıktı. Yazdıklarımız şimdi ana metnin altında belli belirsiz; zor okunabiliyor. Biz yazımızı, yeryüzünün şeyleri arasında yürürken, olmadık şeyler arasında bağlantılar kurarak yazardık. Ve ilişki çizgileri birbirine dolandıkça yeryüzü göçebelerin malzemesine, keçeye dönüşürdü. Doğa da şeyler arasında olmadık bağlar icat ederek yeryüzündeki ilişkileri keçeleştirmiştir. Ama keçenin karmaşık dokusunu değil de sadece formları görenler var. Formu yüceltenler, keçeleşmiş yazılarımızı silip üzerine, birbirini dik kesen çizgilerden oluşan kendi metinlerini yerleştirdiler. Bu, yerleşiklerin dokuma örüntüsüdür; iktidarın dokuma tezgâhında formlar dokunur sadece. Satranç tahtasını andıran bu örüntüde, karelerin içine hapsedilmiş formlara alıştırıldı gözlerimiz. Ve Leonardo da Vinci’nin, kare içine kapatılmış Vitruvius Adamı’nın anatomik bedenini yüceltirken, bu bedenin çaresizliği ve yalnızlığı nedense gözümüzden kaçıyor. Dokumanın birbirini dik kesen çizgileri yaşamı hücrelere ayırıyor. Ve formlar hücrelere kapatılırken aralarındaki ilişkileri, doğanın ve bedenlerin yazdıklarını okuyamıyoruz artık. İktidarın metni, formları yatay ilişkilerinden koparıp çerçevelerin içine kapatıyor.

Yazdıkça var edebiliyorduk kendimizi. Şimdi çerçevelerin içinde anatomik bedenlerimizle poz veriyoruz. Devindikçe, bedenler arasında bağlantılar icat etmiş, yeryüzünü tensel ağlarla örmüştük. Şimdi çerçevelerin içinde yapayalnız ve çaresiz. Ama iktidar metninin, çerçevelerin altında bir palimpsest gibi yazılarımız belirsiz olsa da hâlâ okunabiliyor. Henri Lefebvre bedenin, kendi mekânını üreten bir mekân olduğunu söylüyor. Beden başka bedenler arasında bağlantılar kurarak, görünmez çizgiler çizerek yaratır kendi mekânını, boşluğa yazarak. Demokratik tahayyülün vazgeçilmez boşlukları, meydanlar bedenlerin birbirileri arasında kurdukları yatay bağlarla kurulmuştur. Ama şimdi meydanlar, boş çerçeveleri andırıyor. Ve her çerçevede Vitruvius Adamları çarmıha geriliyor. İktidar çarmıha gerdiği ilişkisiz bedenleri kolaylıkla avlayabiliyor.

Yazı yazmayı çok seviyorduk, yaşama tutkunduk ve tıpkı doğa gibi, yazarak var edebiliyorduk kendimizi. Ama 19. yüzyılda biyo-iktidar yaşama topyekûn el koyunca yaşamsever eylemler patolojikleştirildi, tutkuyla yazmak bile: Grafomania, yazı yazma hastalığı. 19. yüzyılda Fransız Psikiyatr Dr. Jean-Etienne Esquirol ve İsviçreli psikiyatr Dr. Eugen Bleuler grafomania hastalığını icat etti. Yine aynı yüzyıl kriminolog ve fizyonomist Cesare Lombroso tutkuyla yazı yazmayı suçlu bedenlere özgü bir faaliyet olarak tanımladı. Yazdıkça kendilerini var eden bedenler hücrelere kapatıldı ve yazılar artık birbirine uç vermiyor, yazarlar da; çıkmaz sokaklar gibi. Ve iktidar, çıkmaz sokakları sadece kapitalist dolaşıma bağlıyor, kendi bünyesine. Vitruvius Adamı bir şirket çalışanıdır artık.