Geçtiğimiz hafta Londra Metropolitan Üniversitesi İngiltere’de vize sponsorluğunu kaybeden ilk devlet üniversitesi oldu. Son üç yıldır içişleri bakanlığına bağlı Birleşik Krallık Sınır Ajansı (BKSA) üniversitelere çeşitli güvenilirlik seviyelerine tekabül eden vize sponsorluğu yetkisi tanıyor. Bu çerçevede pek çok özel kolej ve dil okulu kapandı ya da ciddi sayıda öğrenci kaybına uğradı.

Londra Metropolitan Üniversitesi’nin lisansını kaybetmesinin nedeni bazı öğrencilerinin İngiltere’de göçmen olarak kalmak için gerekli resmi belgelerinin tam olmayışı. BKSA’ya göre üniversitenin aldığı yabancı öğrencilerin dörtte birinin oturum belgesi yok ve önemli bir bölümünün İngilizceleri yeterli değil. Ayrıca üniversite bu öğrencilerin yarısından çoğunun derslere devam edip etmediğini takip edemiyor. Şimdi kayıtlı olan 2700 yabancı öğrenci ya 60 gün içerisinde okulu bırakıp ülkeyi terketmek zorunda ya da vize sponsorluk lisansı olan başka bir üniversiteye transfer olmak zorunda.

Ülke genelinde üniversitelerde kayıtlı öğrencilerin yaklaşık beşte biri yabancılar ve yabancı öğrencilerin de yaklaşık yüzde 80’i Avrupa Birliği dışından geliyor. Toplam yarım milyon kadar yabancı uyruklu öğrenciden bahsediyoruz. Muhafazakar parti iktidarında yabancı öğrenci sayısında yüzde 30 dolayında artış olmuş. Yabancı öğrencilerin yerli öğrencilere göre 3-4 kat daha yüksek  okul ücretleri ödediklerini ve gündelik harcama ve barınma masraflarını dikkate alırsak, ülke ekonomisine katkıları yılda en azından 10 milyar Sterlin dolayında olmalıdır. Dolayısıyla eğitim kültür açısından katkılarını bir kenara bıraksak dahi çok büyük bir finansal katkı olduğu ortada.

Kamuoyu her zamanki gibi bu Londra Metropolitan Üniversitesi ve Sınır Ajansı çatışmasında bölünmüş görünüyor. Anaakım medya ve siyasi aktörlerin takıntılı göçmen karşıtı söylemleri genel eğilimin olumsuz olmasına neden oluyor belli ki.

Ancak mesele daha derin. Öncelikle üniversitelere polis vazifesi, sınır kontrol memuru vazifesi vermek de nereden çıktı? Bizim derdimiz ilim, irfan, aydınlanma değil miydi? Uygulamanın detayları hem öğrencileri hem hocaları bunaltacak cinsten. Her dersin başında çok sıkı yoklama almak zorundasınız ve üstüne üstlük bunu mide bulandırıcı bir ayrımcılıkla yapacaksınız. Çünkü kanun ve uygulama sadece Avrupa Birliği dışından gelen öğrencileri kapsıyor.

AB dışından gelen öğrenciler önce konsolosluklarda vize görevlilerince, sonra vardıkları havaalanlarında pasaport kontrol memurlarınca aşağılanıyorlar. Çünkü sistemin temel varsayımı tümünün ‘sahtekar’ olduğu yönünde. Ardından üniversitelerinde yerli öğrencilerin dört katı okul ücreti ödediklerindeki ‘enayi’ hissiyatı ile yüzleşiyorlar. Ondan sonra da her derste de özel devamsızlık muamelesine maruz kalıyorlar.

Öğrencilerimize karşı bir sorumluluğumuz yok mu? Bir dönemde 3 dersi kaçıran öğrenciyi zaten sınıfta bırakıyoruz. Yetmiyormuş gibi bir de Sınır Ajansına şikayet edip sınırdışı edilmesini sağlamak zorunda bırakılıyoruz. Üniversitelerde sınıfa girdiğimizde ne zaman polis ne zaman hoca olacagız? Talip olmadığımız bir görev nasıl oldu da üzerimize kaldı?

Göç kontrolü çok yüksek maliyeti olan bir fantazi ama yabancı düşmanlığı göçü engelleme potansiyeli olan bir ’yöntem’. Pek çok ülkede de bilerek yada bilmeyerek göç kontrolü buna dayanıyor. Londra Metropolitan Üniversitesi’nin iptal edilen lisansı ve zor durumda kalan 2700 öğrenci buzdağının ucu. Önümüzdeki yıllarda yabancı öğrenci sayısında ciddi düşüşler olma ihtimali çok yüksek. Ancak insan hareketlidir; göç eder! Daha da önemlisi rahatsız edenden uzaklaşır. Ancak bu kötü muamelenin sona ermesi için sanıyorum uluslararası bir tepkinin oluşması ve duyulması gerekiyor. Umarım son yıllarda göç alan ülkeler kategorisine giren ülkeler de benzer uygulamaları kopyalamazlar.

İyi pazarlar ve bol şanslar.