Bir-iki hafta önce, sağcı “Washington Post” gazetesi, Vuhan’daki sağlık çalışanlarının “sızdırdığını” söylediği “resmi salgın belgeleri”ne dayanarak, bir haber yaptı. Gazete belgenin sızdırıldığını iddia etse bile, durum Çinli yetkililerin “Alın bu belgeleri ve ABD kamuoyuna gerçekleri duyurun” operasyonu gibi görünüyor. Haberde, “Çin sağlık yetkililerinin salgının daha en başlarında DSÖ’ye ‘zatürree benzeri vakalar’ rapor ettikleri, halktan ve dünyadan salgını ve salgın verilerini saklamadıkları” belirtiliyordu. Yani aşağı yukarı benim salgının ta en başından beri söylediklerim.

Vuhan’daki salgının hemen ardından yazdığım yazılarda Çin’in bilgi saklamadığını; Vuhan sağlık yetkililerinin neyle karşı karşıya olduklarını anlayamadıklarını, sorunla ilk karşılaşmalarından itibaren Dünya Sağlık Örgütü’ne “zatürree benzeri vakalar” rapor ettiklerini yazmıştım. Ben bunları yazarken Batı medyasında “Çin’in salgını sakladığı ve dünyaya yanlış bilgi verdiğine” dair dezenformasyon dozu epeyce yüksek haberler köpürtülüyordu. Haber-yazı aralarına sıkıştırdıkları birkaç bilgi kırıntısını dezenformasyon için dayanak olarak kullanan bu yayınlar sorunun doğru anlaşılmasını da engelliyordu. Batı, yaşanan sorunun ciddiyetini uzun zaman kavrayamadıysa, kendi başına gelmesi çok yakın bir felaket olduğunu anlayamadıysa, bunda bu dezenformasyon makinesinin payı büyük. Oysa Çin yetkilileri hem salgını anlatmaya hem de baş edebilmek için kapanma ve yaygın testin önemini göstermeye çalışıyordu.

•••

Batı’nın dezenformasyon makinesi kapanmayı “Otoriter-totaliter Çin devletinin insanların özgürlüklerine saldırısı, özgürlüklerin ihlali, zorlama, devlet zorbalığı, devletin beceriksizliği vs.” adı altında dramatize ederken, bir taraftan da gerçeklerin halktan saklandığını iddia ediyordu. Çin yetkililerinin “En öncelikli insan hakkı ‘yaşam hakkı’dır. İnsanlarımızın yaşamını korumaya-kurtarmaya çalışıyoruz” açıklamaları yalan makinesinin yaydığı o gürültü içinde duyulmadı bile. Bu karanlığı aralayan şey karantinadaki Vuhan halkının kendi çabalarıyla çekip sosyal medyada yayınladıkları videolar ve daha sonraları resmi kurumların/ajansların çektiği “Vuhan’ın 24 saati” gibi çok güzel, dokunaklı belgeseller oldu. Dünya salgın hakkında bildiklerinin çoğunu bu video ve belgesellerden öğrendi demek abartı olmaz.

O dönem yazdığım yazılarda (ve şimdiki yazılarımda da) yapmaya çalıştığım şey bu güçlü dezenformasyon rüzgârına karşı hakikate sadık kalmaktan ve gerçeği duyurmaya çalışmaktan ibaretti. O zamanlar beni Çin yanlısı olmakla ve Çin’i savunmakla itham edenlere (gerçi hiç umurumda değil) lafın burasında ben de şu soruyu sormak istiyorum: Çin hakkında bildiklerinizin kaynağı ne; yani Çin hakkında bildiklerinizi nereden öğrendiniz? Ben söyleyeyim: Bildiklerinizin yüzde 95’ini yukarıda söz ettiğim o dezenformasyon makinesinden öğrendiniz. Beni Çin’i savunmakla itham eden bu “Çin cahili çokbilmişlik” şimdi aynı şeyi Washington Post için de söylemek zorunda. Savunacaksam Çin halkını savunurum. Devletleri savunmak politik duruşuma aykırı.

Damardan bir doz CoronaVac

Burada bir eczaneye gidip “Ben AKP’liyim, ay pardon ÇKP’liyim, ayrıcalıklıyım. Sinovac firmasının CoronaVac aşısından verin bana damardan bir doz” diyemezsiniz. Çünkü (1) eczanelerde satılmıyor ve (2) hastanelerde artık her isteyene verilmiyor. İki-üç ay kadar önce, yurtdışına çıkacaklara (acil durum kapsamında) deneme aşısı etiketiyle serbestçe uygulanıyordu. Kamu hastaneleri iki doz için 60 dolar talep ederken özel hastaneler 300 dolara kadar fiyat çekiyordu. “Yurtdışına çıkacağım” dümeniyle uygulama istismar edilip yığılma başlayınca, başvuranlardan yurtdışı seyahatini ispatlaması istenmeye başlandı. (Evet, burada da özel hastane var. Salgın bir hayra da vesile oldu. Sağlık sistemindeki özelleştirme söylentileri bıçak gibi kesildi ve kamu sağlığı yatırımları ciddi ölçüde arttı). Yani CoronaVac aşısının Çin’de eczanelerde serbestçe satıldığı lafları doğru değil. Her şeyi yalandan ibaret olan “bitik adam rejimi”nin bu söylediği de yalan.

Yalan siyasal İslamcılığın amentüsüdür. Unutmayın!

Alkol satışı neden yasak

İstifa etmeyi bile beceremeyen (istifa etme iradesi elinden alınmış) bir “bitik adam rejimi” mensubu, “Sosyal mesafe deyip duruyoruz. İçki sosyal mesafeyi azaltan bir etkiye sahip. Tabii ki kısıtlama getirmekte haklıyız” deyip “Bilimsel bakışla da uyumlu bizim kararımız. İstedikleri kadar itiraz etsinler, dünyadan haberleri yok” diye bir de bilimden dem vurmuş.

29 Mart 2020 tarihli “Gelmeyen ikinci koronavirüs dalgası” başlıklı yazımda salgın döneminde Hong Kong’da alkol satışı yasağından bahsetmiştim. Yazıyı okuyanların göreceği gibi, o alkol satışı yasağı sadece bar, pub gibi gece hayatı mekânlarını kapsıyordu. Evinde içmek isteyenler içki satan herhangi bir yerden satın alabiliyorlardı.

Memleketteki yasak Ortaçağ’a ait bir karanlık aklın eseri. “Bitik adam rejimi”nin tam gaz duvara bindirmeden önce sadece birkaç ay zamanı kaldı. Bunu anlamış olmalılar ki, herhalde Ortaçağ’ın en karanlık dönemine dönebilirlerse duvara bindirmekten kurtulabileceklerini sanıyorlar.