İnsani özellikleri, toplumsal olanı doğanın unsurlarına yansıtıyoruz. Bunun acısını en fazla çeken akbabalardır her halde.  Batılı dillerin çoğunda akbaba (vulture)  açgözlü, yağmacı insan anlamlarını da taşıyor. Moonspell’in Vulture Culture şarkısı ya da Alan Parsons Project grubunun yine aynı başlığı taşıyan albümleri günümüzün yağmacı kültürünü tanımlarken akbabaya yüklenen bu anlamlardan besleniyorlar. Red Kid gibi çizgi romanlarda ve Western filmlerinde akbabalar ölüme yazgılı çaresiz insanların başında dönüp duran leş yiyicileri, cenaze levazımatçısıyla birlikte çalışan ölüm habercileri olarak betimleniyor. Akbabanın Üç Günü adlı gerilim filminde ‘Akbaba’ kod adlı bir CIA ajanı bürodaki tüm arkadaşlarını katlediyor. Popüler kültürde doğaya yüklenen bu anlamlar, asıl yağmacının bizzat ekonomik sistem olduğunu gizlemeye yarıyor belki de.
‘Akbaba Lokantası’ adıyla basında yer bulan bir proje dolayısıyla Açık Radyo’daki programıma konuk aldığım, projeyi üstlenen Ornitofoto Kuş ve Yaban Hayat Fotoğrafçıları Derneği’nden Burak Doğansoysal ile ülkemizde yaşayan akbabalar hakkında konuşma fırsatı yakaladım. Ekosistem açısından akbabaların vazgeçilemez, yerleri doldurulamaz rolleri olduğunu, popüler kültürde çizilen akbaba resminin aksine akbabanın ölümle değil, yeryüzündeki yaşamla özdeşleşmesi gerektiği konusunda konuştuk. Habitatları uygarlık tarafından yıkılan diğer canlılar gibi akbabaların da sayıları yeryüzünde giderek azalıyor. Bolu Dörtdivan'da akbabaların düzenli ve sağlıklı beslenebilmeleri için geliştirilen bu proje profesyonel ve amatör doğa fotoğrafçıları açısından kamuflajlı fotoğraf çekme alanı da sağlıyor.
Akbabalara ve doğaya yüklenen siyasal anlamların içinde yaşadığımız toplumdan kaynaklandığını, evrene ve doğaya dair tahayyülümüzün siyasal olanın yansıması olduğunu antik Yunan’dan biliyoruz. Eşitlikçi bir doğa tasviri çizen M.Ö. 6. yüzyılda yaşamış filozof Anaksimandros, kendi kozmos anlayışını eşitlikçi şehir modeline, yani polis’e göre yapılandırmıştı oysa. Demokratik sitenin ortaya çıkışıyla birlikte eşitlik ilkesi (isonomia) toplumsal pratiklere yansımış; aynı şekilde doğaya ilişkin fikirler alanında da Zeus’un temsil ettiği monarşi terk edilmiş, yerine isonomia geçirilmişti. Bu kozmolojik anlayış demokratik polis’in mekânsal düzenini andırıyordu adeta. Demokratik polis’te merkezde yer alan agora’nın etrafını çevreleyen çok sayıdaki hane halkı çatışan farklı çıkarların çözümünü agora’da gerçekleştiriyorlardı ve dolayısıyla eşit unsurlar arasındaki mücadeleden bir düzen çıkarıyordu ortaya.
 Anaksimandros’un evreni, her şeye gücü yeten bir tanrı tarafından yukarıdan örgütlenmiş bir kozmos değildi, aksine evren, onu oluşturan eşit unsurların dengeleyici işbirliğiyle içsel olarak denetlenen, kendi kendisini düzenleyen doğal sistemdi. Anaksimandros’un evreni ile Zeus’un düzenleyip hükmettiği kozmos arasında açık bir karşıtlık görüyoruz. Anaksimandros dünyanın herhangi bir temel biriminin veya parçasının bir diğerine hükmettiği fikrini reddeder; ona göre dünyayı karakterize eden özellik eşitlik ve dengedir.
Anaksimandros daha kozmolojik başlangıçtan itibaren herhangi bir ontolojik unsurun diğerini meydana getirme veya yönetme ihtimalini dışarda bırakmıştır. Evren ne sudan ne de asli olduğu söylenen başka herhangi bir tözden oluşur. Gökleri ve onun içindeki dünyaları meydana getiren “farklı, sınırsız bir doğadan (aperion) doğmuştur. Sonsuz olandan ayrışarak farklılaşan asli bileşenler, örneğin sıcak ve soğuk, ıslak ve kuru gibi ikili karşıtlardır. Bu asli bileşenler birbirleriyle çatışmalı bir karşıtlık içinde bulurlar. Bununla birlikte eşit olmaları nedeniyle hiçbiri diğerine baskın çıkmaz. Daha çok birbirlerinin haksız istilalarını dengelerler ve mevcut şeyler düzeni de böyle bir süreçte oluşur (bkz Marshall Sahlins, Batı’nın İnsan Doğası Yanılsaması, bgst Yayınları).
Ülkemizde yaşayan dört akbaba türünün diğer kuşlarla ve canlılarla birlikte, tıpkı Anaksimandros’un eşit unsurların dengeleyici işbirliğinden oluşan, kendi kendini düzenleyen kozmosunda olduğu gibi, çözüm yolları bulduklarını öğrendim.  Doğadaki leşin yerini ilk önce kuzgunlar buluyor, ardından kara akbaba denilen, güçlü gagalı tür bir cerrah gibi leşte delikler açıyor. Popular kültürde en çok görülen kel kafalı, uzun boyunlu kızıl akbaba bu deliklerden içeriye kafasını sokarak, leşin iç organlarını tüketiyor. Küçük akbaba denilen tür leşin etrafındaki küçük kırıntılarla besleniyor. Sakallı akbabalar ise geriye kalan kemikleri tüketiyorlar.
Doğa demokratik bir polis gibi çalışıyor, doğanın eşit unsurları, çatışan çıkarlara birlikte çözüm yolları buluyorlar. Doğanın yıkımının, Zeus’un çizgisini takip eden günümüzün monarşik doğa anlayışından kaynaklandığını unutmayalım.