Milli mesele” olarak tanımlanan Afrin operasyonu konusunda en küçük bir eleştirinin karşılığı bu: Vurun!

Kral TV’de program yapan Afrikalı Ali dinleyicilerine; “Operasyona itiraz eden, sesini çıkaran ister gazeteci olsun ister milletvekili, vurun!” diye seslenmiş.

Vurun”la kastettiği tekme tokat dalmak mı, sesini çıkarana silahı doğrultup tetiğe basmak mı, bilemiyorum. Ancak, her ikisinin de olabileceğini biliyorum!

Geçen gece, CNNTürk’te Ş. Payzın’ın sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, mevcut koşullar altında milletin ne kadar duyarlı olduğunu, dünyanın neresinde olursa olsun bu durumda yapılan eleştirilerde dikkatli olunmazsa vatandaşların tepki göstereceğini, bunun da anlaşılır olduğunu söyledi.

Birazcık bakmayı bilenler; milletin duyarlılığını, dokunsan patlayacak durumda olduğunu, bu duruma da biraz medya marifeti biraz da siyasilerin söylemleri ile getirildiğini görür.

Yine kuşkusuz, eleştiri küfür değildir ve nefret dili kim tarafından kullanılırsa kullanılsın kabul edilemez.

Kalın, eleştirilerin – onları küfürle eşitleyerek – “milletin duyarlılığı”na çarpacağını söylerken son derece netti, ama aynı duyarlılığın “Vurun!” hükmüyle eleştiri sahiplerine çarpması karşısında iktidarın tavrı konusunda pek net değildi.

Erdoğan, Kuzey Kıbrıs’ta “Türkiye’den bir işgal harekâtı daha” manşeti atan Afrika gazetesini; “Kuzey Kıbrıs’ta bir gazete ahlaksızca bir başlık atmış… ‘Türk ordusunun Kıbrıs’tan sonra yeni bir işgal yaptığını’ söylüyor. Ben KKTC’deki kardeşlerimi tavır almaya davet ediyorum. Türk ordusunun Kıbrıs’tan sonra yeni bir işgal yaptığını söylüyor. Bu ne ahlaksızlıktır, ne edepsizliktir. Ben Kuzey Kıbrıslı kardeşlerime sesleniyorum, bir cevap vermeleri lazım” diye protesto ettikten bir gün sonra o cevap geldi. Tavır alındı!

Afrika gazetesi önünde toplananlar cam çerçeve bırakmadı, çatıya çıkıp, içeri girip gazeteyi darmadağın etti!

Erdoğan’ın beklediği tavır ve cevap bu muydu acaba? Bir iktidar, milletin bu “duyarlılığı”nın önünü açabilir, bu “duyarlılığa” göz yumabilir, hatta onu destekleyebilir mi?

Afrikalı Ali, düşünsenize, Erdoğan kadar sözü dinlenen biri olsaydı, şimdi kaç gazeteci ya da milletvekilinin tabutu arkasında saf tutmuş olurduk!

Ne yazık ki, “vurma”ya pek tutkun, “milli duyarlılığı” her muhalifi düşman olarak görme noktasına taşımaya eğilimli, meslek ilkelerinin değil patronların ve iktidarın gösterdiği yolda ilerlemeye epeyce yaktın bir medyamız var.

O yatkınlıkla, 1993 yılında, Türkiye gazetesi, Bosna’dan “Yusuf Sancak cepheden bildiriyor” anonslu habere; “Cephede bir Sırp vurdum!” manşetini atmış, sonrasında her Türk gazetecinin Sırplar için “hedef”e dönüşmesine, Yugoslavya’da çalışamaz olmasına yol açmıştı.

Türkiye’nin ABD’den alacağı F-35’lerin haberinin Hürriyet’te “Tek Atışta MİG Düşürdüm” başlığıyla verildiği de hatırlardadır.

Oysa, gazetecilik ilkeleri çok net. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin “Gazetecinin Temel Görev ve İlkeleri” broşüründe; “Gazeteci her türden şiddeti haklı gösteren özendiren kışkırtan yayın yapamaz… - Gazeteci, başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur” yazar.

Bugüne kadar attığı tweetler nedeniyle 100 kadar insan gözaltına alındı, Gupse Özay attığı değil atmadığı tweet yüzünden bombardımana tutulup “Tepkiler doğru” diye mesaj yayımlamak zorunda kaldıysa ve CHPSavaş istemiyoruz” diyenlerin peşine bile polis gönderildiğini söylüyorsa, memlekete nasıl bir iklimin hakim olduğunu düşünün!

Özgür Mumcu, dünkü yazısında, 1991’de Turgut Özal’ın ABD’nin Irak operasyonuna katılma kararının, HEP dahil diğer partileri de yanına alan Erdoğan tarafından protesto edildiği basın toplantısını anımsatıyordu. Bugünkü iklim olsa, Erdoğan o tepkide epey zorlanırdı herhalde.

Afrin gerçekten bu ülke için “beka” sorunuysa, o halde tam da şimdi, “vurun” diye farklı sesleri susturma değil, her bir vatandaşın sesine kulak verme zamanıdır. Suriye krizinde ilk günden itibaren bu yapılsaydı, belki de bugün olunan noktada olunmazdı!