Prekarya bir kez daha büyüyor çünkü güç sahibi şirketler Covid-19 krizine, aynı 2008 krizine verdikleri tepkiyi veriyorlar: Kurtarma paketlerini ceplerine koyuyor, kazanç hedeflerini tutturmak için işçi maliyetlerini kısıyorlar

Wall Street ve geri kalanlar

Nouriel Roubini

Yalnızca ırkçılık ve polis şiddetini değil, ülkeyi kıskacına alan plütokrasiyi de düşünürsek ABD’de yaşanan eylemler geç kalmış bile sayılabilir. Gitgide daha fazla Amerikalı işsizliğin ve ekonomik belirsizliğin pençesinde. Büyük şirketler ise kurtarma paketleri alıyor, işçi maliyetlerini düşürüyor. İnceldiği yerden kopması kaçınılmazdı…

George Floyd’un polisler tarafından öldürülmesini takiben yaşanan eylemler, ABD’de yapısal ırkçılığa ve polis şiddetine tepki olarak şekillendi, ancak çok daha fazlası var… 100’den fazla Amerikan şehrine yayılan eylemlerin tepkisi, Başkan Donald Trump’a ve onun temsil ettiği her şeye yönelik. Ülkenin ezilen sınıfları borç içinde, sınıfsal hareketlilik ümitleri yok. Afrikalı-Amerikalılar, Latin kökenliler ve beyazlar, onları yüzüstü bırakan sisteme başkaldırıyorlar.

Tabii bu olgu ABD’ye özgü değil. 2019’da Bolivya, Şili, Kamboçya, Fransa, Hong Kong, Hindistan, İran, Irak, Lübnan, Malezya ve Pakistan ülkelerinde kitlesel eylemlere şahit olduk. Her birini tetikleyen farklı gerekçeler olsa da, ortak noktaları ekonomik sıkıntılar, yolsuzluk ve fırsat eksikliğiydi.

Geçtiğimiz yıllarda otoriter liderlerin ve popülistlerin gitgide daha çok destek bulmasını da aynı olgulara dayandırmak mümkün. 2008 finans krizinden sonra kazançlarını arttırmak amacıyla maliyetleri düşürme arayışına giren şirketler düzenli maaş ve yan haklar içeren işe alım sözleşmelerini bırakıp yarı zamanlı, saatlik, ‘freelance’ ve dönemsel istihdam pratiklerine yöneldiler. Bu da Ekonomist Guy Standing’in “prekarya” diye tanımladığı yeni bir kesim yarattı. Standing’e göre bu kesimin “Kendi içinde barındırdığı görüş ayrılıkları göçmenlere ya da diğer kırılgan gruplara yönelik düşmanlığı tetikledi. Bu gruplardan bazıları siyasi aşırıcılık tehdidiyle karşılaştı.”

Prekarya, Karl Marx’ın proletaryasının çağdaş versiyonu gibi: yabancılaşmış, güvencesiz, plütokrasiye (ya da Marx’ın burjuvazi olarak andığı kesime) ve radikalleşmeye karşı ayaklanmaya hazırlar. Bu kesim bir kez daha büyüyor çünkü güç sahibi şirketler Covid-19 krizine, aynı 2008 krizine verdikleri tepkiyi veriyorlar: Kurtarma paketlerini ceplerine koyuyor, kazanç hedeflerini tutturmak için işçi maliyetlerini kısıyorlar.


Prekarya’nın bir kısmını da genç, eğitim seviyesi düşük, beyaz muhafazakârlar oluşturuyor. Genellikle küçük şehir ve kasabalarda yaşayan bu gençler, 2016 yılında Trump’a oy verdiler. Ulusa seslenişi esnasında sözünü ettiği ekonomik ‘katliama’ dur diyeceğine inanmışlardı. Fakat Trump seçime popülist olarak girdiyse de, ülkeyi plütokrat olarak yönetti. Zenginlerin vergilerini düşürdü, işçileri ve sendikaları düşmanlaştırdı, Obama’nın sağlık paketini lağvetti. Ona oy verenlere zarar verecek bin türlü uygulamaya imza attı.

Trump ya da Covid-19 sahneye çıkmadan önce bile uyuşturucu kaynaklı ölümler ABD’de senelik 80 bin seviyesindeydi. İntihar, depresyon, alkolizm, obezite ve diğer ‘yaşam tarzı’ kaynaklı hastalıklar da yaygındı. Anne Case ve Angus Deaton tarafından kaleme alınan Çaresizlik Ölümleri ve Kapitalizmin Geleceği başlıklı kitapta da yazıldığı gibi, yaşam tarzı kaynaklı bu ölümler çaresiz, eğitim seviyesi düşük, işsiz ya da yoksul beyazlar arasında da gitgide yaygınlaşıyor.

Fakat Amerikan prekaryasına mensup şehirli, eğitimli, ilerici insanlar da az değil. Bu insanlar son yıllarda Senatör Bernie Sanders ya da Elizabeth Warren önderliğinde organize oldular. Irksal eşitliğin yanı sıra, ekonomik fırsat eşitliği talebiyle sokağa dökülen insanlar da bunlar (ki bu iki meseleyi gerçekten bir arada değerlendirmeliyiz).

Şaşılacak bir şey yok. Gelir ve servet dağılımındaki adaletsizlik on yıllardır artıyor. Küreselleşme, ticaret, göç, otomasyon, sendikaların zayıflaması, ayrımcılık… Birçok gerekçe sayabiliriz. Toplumsal ve ırksal ayrışmayı körükleyen eğitim sistemi ‘liyakat rejimi’ efsanesini yaşatırken, elitlerin toplumsal konumunu sağlamlaştırdı. En iyi eğitim kurumlarının kontenjanlarını, elitlerin çocukları doldurdu. Sonra gidip iyi işlerde çalıştılar, birbirileriyle evlendiler, kendilerine ayrıcalıklar sağlayan koşulları bir sonraki kuşak için muhafaza ettiler.

Bu esnada aynı eğilimler lobicilik, seçim kampanyası finansmanı ve diğer ‘etki’ mekanizmaları vasıtasıyla kısır döngüler yarattı. Zengine yarayan vergi ve denetim rejimleri iyiden iyiye sağlamlaştı. Warren Buffett’ın meşhur lafını unutmayalım: “Sekreterimin vergi dilimi benimkinden yüksek.”

Hiciv gazetesi The Onion’ın geçtiğimiz günlerde yazdığı gibi, “Eylemciler, İş Yerlerini Özel Sermaye Şirketi Kurmadan Yağmalamakla Suçlanıyor.” Trump ve yardakçıları gibi plütokratlar ABD’yi on yıllardır yağmalıyorlar. Orta sınıfın ve işçi sınıfının refahını çalmak için, yüksek teknolojili finans araçlarından, vergi ve iflas yasalarındaki açıklardan yararlanıyorlar. Fox Haber yorumculularının New York’taki yağmalara dair yorumları, ahlaki ikiyüzlülüğün zirvesini temsil ediyor.


Wall Street’e yarayanın, ülkenin geri kalanına yaramadığı sır değil. Orta sınıf perişan olurken, insanlar çaresizlik içindeyken borsada hisse fiyatlarının rekor kırması da bu yüzden. Borsada alınıp satılan hisselerin yüzde 84’ü en zengin yüzde 10’un elinde. En yoksul yüzde 75’lik kesimin ise hiç hissesi yok. Dolayısıyla hisse senedi piyasasının performansının, ABD’lilerin üçte ikisi için hiçbir anlamı yok.

Ekonomist Thomas Philippon’un Büyük Gerileme başlıklı çalışmasında ortaya koyduğu gibi, birbirine çok benzeyen ya da farklılaştırılmış ürünler satan, az sayıda satıcıdan oluşan piyasaların adaletsizliği artırdığı ve sıradan yurttaşları dışladığı açık. Birkaç istisnai örnek (1 milyar dolara el değiştiren genç girişimler gibi) genel resmi değiştirmiyor. Çoğu genç Amerikalı, çıkmaz sokak niteliğindeki gündelik işlerle ay sonunu getirmeye çalışıyor.

Amerikan rüyası bir olgudan çok, bir hayaldi. Ekonomik, sosyal ve kuşaklar arası sosyal hareketlilik olanakları, ‘ekmeğini taştan çıkararak’ yükselme hayalinin hep gerisinde kaldı. Şimdilerde hareketlilik daha da azalıyor ve adaletsizlik daha da artıyor. Dolayısıyla genç kuşaklar öfkeli olmakta haklı.

Yeni proletarya konumundaki prekarya, ayaklanıyor. Komünist Manifesto’dan alıntılamak gerekirse: “Varsın egemen sınıflar Prekarya devrimi karşısında titresin. Prekaryaların zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri yok. Kazanacakları bir dünya var. Bütün ülkelerin prekarya işçileri, birleşin!”

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: Project Syndicate