Böylece; Wallerstein, emperyalizm kavramını da tıpkı kapitalizm kavramına yapılan yeniden içeriklendirme ile koşut ya da bunun bir tamamlayıcısı olarak dönüştürür. Bu yeniden içeriklendirme ve dönüştürme, toplumsallığın eleştiri temelinde boyutlandırması olarak değerlendirilebilir mi?

Wallerstein’ı eleştiriyle an[la]mak


Örsan Ö. Akbulut - Prof. Dr.

Sosyal bilimciler için farklılaştırıcı temel unsurlardan biri, eleştirelliktir. Eleştirinin, sosyal bilimin ya da toplumsal olanın bilgisi üzerine çalışılanın devindiricisi olduğu iddia edilebilir. Bu kapsamda; yaşamın-maddiliğin devingenliğinin düşüncedeki karşılığı, eleştirelliktir denilebilir. Toplumsal olan da, eleştirinin varlığına ilişkin bir tarihsellikle boyut kazanmıştır; kazanır. Bu boyut kazanma; mutlak akıllsallığa bağlı bir sonuç ya da mantıksal kategorileştirmenin bir yansıması olmaktan çok, somut konumlanışın tümelliğinin bir maddiliğidir. Söz konusu maddilik; tarihselliğe içkin yapısal belirlenimsel olarak belirginleşebileceği gibi bundan mutlak olarak bağımsız olmayan ancak göreli bir öznellikle de açığa çıkabilir. Bu bağlamda; Wallerstein’ı eleştirel bir sosyal bilim ya da toplumsal olanın eleştirel bilgisini oluşturabilmek bakımından değerlendirmek gerekir.


Wallerstein’ın çalışmaları iki düzleme oturtulabilir. İlk olarak; sosyal bilimleri yeniden düşünmek kapsamında yazdıkları ve ikinci olarak, varolan toplumsallığı dünya sistemleri kavramlaştırması ile açıklama çabası. Bu iki düzlem içerik olarak birbirinden farklılaşsa da, Wallerstein’ın toplumsal olana yaklaşımı bakımından temelde benzer niteliklere sahiptir. Bu temel; toplumsal olanın büyük ölçüde de kapitalizmin farklılaştırılmış görünüşlerden hareketle kavranmasıdır; farklılaştırma; görünüşün veriliğini aşma çabası olarak görünmekte ya da gösterilmektedir. Oysa ki, Wallerstein’ın çözümlemesinde kapitalizm, üretim temelinde bir maddilikten çok, ekonomiye ilişkin indirgemeci atfın soyutlama düzeyinin somutluğu kapsamında bir eylemliliktir. Ekonomi üretim çerçevesinde eylemenin somutluğu değil, kurumlar ve/veya dolaşım ekseninde görünüşün bir sonucudur. Bundan dolayı; Wallerstein’ın kapitalizmi, emeği, artı-değeri değil arz-talep yasasının veriliğinde ekonomik eylemin görünüşte eylemselliğini içerir. Emek bu kapsamda gelir unsurlardan birine dönüştürülür; sermaye de sınırsız birikime indirgenerek kapsamı genişletilir ya da kısırlaştırılır. Kapitalizm; işbölümü-uzmanlaşmanın olumlanmasından hareketle, en yüksek değerin kar olduğu bir genelleme ve basitleştirmeye hapsedilerek fetişleştirilir; eleştirel zemin, kara dayalı-tekelci yapının varlığı üzerinden kurulur. Böylece; genelleştirilerek evrenselleştirilen kar kavramı üzerinden kapitalizm hem açıklanır hem de içi boşaltılarak kısmen görünmez kılınır. Wallerstein’ın kavram setine bakıldığında; bir yanda Brenner’ın belirttiği neo-Smithian bir algı oluşumunu destekleyen, ekonominin görünüşlerin liberal kavranışını içeren kabulleri barındırdığı diğer yanda, sermaye, sömürü ve birikim gibi Marxism’den ödünç alınan düşünme kategorilerini biraraya getirerek, Marx-Weber uzlaştırmasından hallice bir çaba ve kavram havuzuna sahip olduğu görülür. Her ne kadar Wallerstein, A.G. Frank’tan farklı olarak kapitalizmi bir “gerçeklik” olarak kabul etse de, yaklaşımı temelde farklılaşmaz.

Wallerstein; ekonominin liberal kavranışından kaynaklı görünüşleri, artık aktarımı kavrayışı üzerinden bir üst görünüş düzlemine oturtur. Düşüncesinin belirgin karakteristiği de burada ortaya çıkar. Çünkü, artık aktarımı, analiz düzeyi bakımından bir üst kategoriyi temsil ederek, liberal görünüşlerin ekonomik kavranışına sömürü unsurunu eklemeyi kolaylaştırır ya da görünüşün veriliği bununla aşılmaya çalışılır ya da aşılmak istenir. Bu kavrayış; hem Wallerstein’ın kuramını farklılaştırmakta hem de görünüşlerin liberal kavranışını yumuşatarak düşünce eksenini “batı-doğu ikileminin” ’utangaç’ bir kültürellik ön kabulünde yeniden üretimini meşrulaştırmaktadır. Dolayısıyla, sorun; kapitalizmin görünüşünde ekonomiklikten hareketle adı geçen ikileme kültürel bir kanal açmak çabası haline gelir ya da bu yöndeki yorumları güçlendirici bir etki oluşturur.

Wallerstein; bir yandan kapitalizm kavramlaştırmasıyla buna ilişkin toplumsallığı ve sosyal bilimin ideolojik yapılandırıldığı iddiasıyla da söz konusu toplumsallığı açıklanan olarak eleştirir diğer yandan da, bir dünya ekonomisi olarak kapitalizmi, merkez-çevre ayrılığının bütünlüğünde sömürünün temel unsuru olarak yeniden içeriklendirir. Artık aktarımı ile somutlaşan bu sömürü; merkez kapitalizm dışındaki konumlanışları hem ekonomi hem de kültürel düzlemde açıklama çerçevesine sokarak görünürlük kazandırma iddiasını da taşır. Böylece; Wallerstein, emperyalizm kavramını da tıpkı kapitalizm kavramına yapılan yeniden içeriklendirme ile koşut ya da bunun bir tamamlayıcısı olarak dönüştürür. Bu yeniden içeriklendirme ve dönüştürme, toplumsallığın eleştiri temelinde boyutlandırması olarak değerlendirilebilir mi?

Bir olgu olarak kapitalizmin, ticaret-dolaşım eksenli olarak açıklanması yeni değildir. Weber’in ya da Pirenne’nin kapitalizm kavrayışları, mübadele-ticaret merkezli bir zemine oturmuştur. Wallerstein; çevre/yarı-çevre ya da “batı dışının” hem sosyal bilimsel olarak yeniden açıklanması hem de somut düzlemde konumlanışını belirgin kılma çabası içine girmiştir. “Batı dışı”nın bu çabayla “batı” karşısında, somut ve soyut olarak, “batının” batı merkezli kavranışına dahil edildiği yönünde epistemolojik bir eleştirellik ile; “geri kalmışlığının” gerçek nedeninin yine “batıdan” kaynaklı olduğu biçiminde siyasal-kültürel bir farkındalık olanağına sahip kılındığı iddia edilmiştir. Böylece, Wallerstein; emek/artık-değer temelli kapitalizm ve örtük “batı-merkezcilik içerdiği iddia edilen ya da iması yaratılan emperyalizm kavramlaştırmalarının ayak bağından kurtulma amacını da kendince başarmış olur. Ancak, temel sorun; yapılan yeniden kavramlaştırmanın olguyla ilişkisinin ortaya konuluşunda, varolan açıklanma biçimlerinin aşılamaması tam tersine içi boşaltılan kapitalizm, emperyalizm gibi kavramların olgusallığının ortaya konuluşunda yine görünüş düzleminde kalınmasıdır. Yeniden kavramlaştırılan bu görünüşsellik, açıklanan olarak özellikle çok farklı ideolojik bakış açılarının ortak noktası haline getirilerek; “azgelişmişliğe” ilişkin bir ortak duygudaşlığın yalınkat hüznünün simgesi ve “batı karşıtlığı” dayanışmasında bir teselli veren olmanın ötesine geçirilememiştir.