Dünya-sistemleri analizi akımının öncüsü, radikal sosyal bilimci Immanuel Wallerstein, ‘Dörtlü Çete’ diye de bilinen, bağımlılık okulundan etkilenen, anti-kapitalist, anti-emperyalist çevrenin son temsilcisiydi

Wallerstein’ın vedası…

Dünya-sistemleri analizi akımının öncüsü, radikal sosyal bilimci Immanuel Wallerstein’ı 31 Ağustos’ta kaybettik. Wallerstein; Samir Amin, Giovanni Arrighi ve Andre Gunder Frankla birlikte “Dörtlü Çete” diye de bilinen, bağımlılık okulundan etkilenen, anti-kapitalist, antiemperyalist çevrenin de son temsilcisiydi.

Wallerstein Marx’tan çok etkilenmekle; kapitalizmin özünün sermaye birikimi olduğu, emek ile sermaye arasında uzlaşmaz bir çelişki bulunduğu ve insanlığın selametinin sınıfı savaşında yattığı noktalarında Marx’la birleşmekle birlikte kendini Marksist diye nitelendirmezdi. Çünkü feodalizmden kapitalizme sonra da sosyalizme aşamalı geçişlerin kaçınılmaz olduğunu düşünmüyor, bunu bir doğa yasası gibi kabul etmenin depolitizasyona yol açtığına inanıyordu.

Tarih, siyaset bilimi, ekonomi, antropoloji, felsefe gibi sosyal bilimlerin birbirlerinden etkilendiği, beslendiği iç içe geçtiği noktalarından hareketle aralarına bir sınır koymanın imkânsızlığına da önemle vurgu yapardı. Bu nedenlerle Wallerstein’ı bu disiplinlerden birine hapsetmenin zorluğundan yola çıkarak onu sosyal bilimci diye anmak en doğru seçim gibi görünüyor.

Ölümünün üzerinden bir hafta geçmesine karşın, İngilizce yayımlanan ana akım gazetelerin hiçbirinde “obituary” denilen ölüm sonrasında yazılan kısa biyografi örneğine rastlamadık. Bu hâlâ Wallerstein’ın görüşlerinden ürktüklerinin bir alameti mi acaba! Buna karşın Wallerstein’ın bizim memlekette hem sosyalistler, hem Kürt siyasal hareketi, hem de İslamcılar tarafından yakından tanındığını, okunduğunu, tartışıldığını biliyoruz. Farklı kesimlerin bu yakın ilgisinin analizi bu yazının boyutlarının aşacağı için bu olguya parmak basmakla yetiniyoruz.

ÜÇ BOYUTLU BİR AYDIN

Wallerstein’ın sosyal bilimciler arasında ayırt edici özelliği, kendine üç boyutlu bir faaliyet alanı tanımlamasından kaynaklanır. Öncelikle kolay erişilebilir bir dille yazan, kendine özgü kavramların anlaşılabilmesi için büyük çaba harcayan titiz bir kuramcıydı. İkincisi, güncel olayları yakından izleyen, görüşlerini kamuoyuyla kesintisiz paylaşan bir yorumcuydu. Tam 21 yıldır her ayın 1’i ve 15’inde kaleme alındığı yazılarının 500’üncüsü 1 Temmuz’da yayımlamış, en hayati dinamiğin “sınıf mücadelesi” olduğu vurgusuyla bir anlamda okuyucuya veda etmişti. Bu niteliğiyle James Petras, Etienne Balibar’la benzeştiği söylenebilir. Üçüncü özelliği bir kamusal aydın sıfatıyla toplumsal olaylarda taraf olması, tavrını açıklamaktan, eylemlere katılmaktan geri durmamasıydı. 68’de Columbia Üniversitesi’nde yönetimle öğrenciler arasında arabulucu komitede yer alması, Brezilya’nın Porto Alegre şehrinde filizlenen Dünya Sosyal Forumu’na başından beri destek vermesi, katkı sağlaması ilk akla gelen örnekler. Bu özelliği de Wallerstein’ın Noam Chomsky ve Pierre Bourdieu ile yakınlaştırıyor.

TEMEL GÖRÜŞLERİ

Wallerstein’a göre modern dünya sistemi, kapitalist dünya ekonomisi 500 yıldır hüküm sürüyor. Bir anlamda küreselleşmenin ortaya çıkışını 16. yüzyıla kadar geri götürmek mümkündür. Her tarihsel sistemin ortaya çıkışının ardından, kuralları konur, normları yerleşir ve uzun süre normal fonksiyonunu yerine getirir. Sonunda da kaçınılmaz biçimde yapısal bir krize girer. Wallerstein ve dörtlü çetenin diğer üyeleri egemen merkez ülkelerde dikkat çeken ekonomik yavaşlama, ABD’nin gerileyen hegemonyası nedeniyle sistemin daha 70’lerde krize girdiği tespitinde hemfikirdirler. Ancak Wallerstein’ın Doğu’nun yükselişi, hegemonyanın Asya’ya geçişi konusunda Arrighi ve Frank kadar iyimser olduğu söylenemez…

Wallerstein modern dünya sisteminde 1789, 1848 ve 1968 gibi üç dönüm noktasından söz eder. 1789 Fransız devrimi iki açıdan çok önemidir: birincisi değişimin normal kabul edilmesi, diğeri ise halk egemenliğinin meşruiyetin kaynağını oluşturmasıdır. Muhafazakârlık, liberalizm ve radikalizm gibi üç modern ideolojinin ortaya çıkması da bu döneme rastlar.

“Halkların baharı” olarak da nitelendirilen, Fransa’da çok kısa süreli de olsa radikal solun iktidarı ele geçirmesini getiren, tüm Avrupa’yı kasıp kavuran 1848 devriminin tarihsel önemi ise, merkezci liberalizmin egemenliğini tesis etmesinden gelir. Liberaller çeşitli esnek taktiklerle muhafazakârları ve radikalleri uzun süre yörüngelerinde tutmayı başaracaklardır. Liberaller son tahlilde muhafazakârlarla toplumsal devrimin önünü kesmek, isyanı törpülemek noktasında birleşirler. Ancak misyonlarını yavaş ve itinayla, uzmanları devreye sokarak “tarafsızlık” görüntüsü altında yerine getirirler.

SİSTEM KARŞITI HAREKETLER

Wallerstein’ın geliştirdiği sistem karşıtı hareketler kavramı da toplumsal hareketleri ve ulusal hareketleri kapsar. 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan bu oluşumlar, kadın hareketini, etnik/ırksal/dinsel temelde yükselen hareketleri de içerir. Bunların sistem karşıtı niteliği, yerleşik güç merkezlerine karşı mücadele etmelerine, daha demokratik, daha eşitlikçi bir tarihsel sistem için çaba göstermelerine dayanır.

1968’i de dünya devrimi kabul eder Wallerstein. Bu tarihin asıl önemi liberalizmin gölgesinin kalkması, üç ideolojinin de özerkliğini sağlamasından kaynaklanır.

Sosyal hareketlerle ulusal hareketler temel tarihsel öznenin kim olduğu noktasında ayrı düşmüşler, diğer dinamikleri kendi iradelerine tabi kılacak dikey yapılar kurma pratiğinde birleşmişlerdir. Devlet gücünü ele geçirme konusunda yer yer elde ettikleri başarıyı dünyayı değiştirme aşamasına geldikleri zaman sağlayamamışlardır. Wallerstein’a göre Küresel Sol’un, özellikle de çeşitli Leninist kolların eksik kaldığı mesele, eşitlik ve özgürlüğü ayırmanın mümkün olmadığını görememeleridir. Çünkü, hayat karşısında seçimleri eşitsizlik nedeniyle sınırlanan bir kişinin özgürlüğünden söz edilemez. Aynı şekilde bir kişi başkalarının sahip olduğu özgürlüklerden mahrumsa eşit de olamaz.

Wallerstein 1994’te NAFTA serbest ticaret anlaşmasına karşı Meksika’daki Zapatista ayaklanmasını, 1999’da ABD’nin Seattle kentindeki DTÖ zirvesinin engellenmesini, 2001’de Brezilya Porto Allegre’de Dünya Sosyal Forumu’nun kurulmasını Küresel Sol açısından umut verici görür. Toplumsal hiyerarşinin sürmesi, sömürünün artması, servet kutuplaşmasının derinleşmesinin sorumlusu gördüğü Davos elitlerine karşı Dünya Sosyal Forumu’nu bir dönem önemli bir seçenek kabul eder.

7 MADDELİK ALTERNATİF STRATEJİ ÖNERİSİ

Küresel Sol için 7 maddelik bir alternatif strateji de önerir:

  • Porto Alegre ruhunu yaygınlaştır. Güney’den ve Kuzey’den hareketleri birleştiren gevşek yapı, entelektüel ve politik militanlık ve Davos ruhuyla bir küresel uzlaşma arayışı içine girilmemesi gayet önemlidir.
  • Savunmacı seçim taktikleri izle. Seçimler pragmatik bir konudur. Seçmenin oy verme alışkanlıklarını da gözeten esnek ittifaklar kurabilirsin. Yalnız “kazandık” diye sokaklarda dans etmenin de anlamı yoktur. Seçim zaferi sadece savunmacı bir taktiktir ve bir rahatlama sağlar o kadar…
  • Kesintisiz biçimde demokratikleştir. Durmadan “refah devleti” fonksiyonlarının genişletilmesi, “daha fazla eğitim, daha fazla sağlık, daha fazla sosyal güvenlik” taleplerini yükselt. Harcamaların etkinliği, yolsuzluğun önlenmesi konuları üzerine kafa yor ama “daha fazla” talebinden vazgeçme. Merkez sol, dost hükümetleri daha sola çekme çabasından geri durma, yoksa sağa çark edebilirler.
  • Liberal merkezi, teorik tercihlerini hayata geçirmeye davet et. Liberal merkez tekel kötü bir şey der patentleri savunur; serbest girişimden söz eder şirket kurtarmaların arkasında durur; göçmenlerin serbestçe ülkelerine girmesine izin vermez. Bu çelişkileri sürekli kafalarına kak.
  • Irkçılığa karşı mücadelenin demokrasinin belirleyici ölçüsü olduğunda ısrar et. Irkçılık hiçbir zaman ne ulusal ne de küresel düzeyde ikincil bir konu değildir. Liberalizmin evrensel ölçütleri vaadinin çiğnendiği her yerde ırkçılığı teşhir et.
  • Metasızlaştır. Özel mülkiyet araçtır, sermaye birikiminin hayati bileşeni metalaştırmasıdır. Üniversiteler, hastaneler 70’lerden beri sermaye birikim sürecine alet ediliyor. Biz de istersek bu sürecin tersine dönmesi için mücadele edebiliriz.
  • Daima varolan dünya sisteminden farklı bir şeye doğru geçiş döneminde olduğumuzu hatırla. Küresel Sol’un üzerine düşen de akıllı ve militan bir biçimde göreceli daha demokratik, göreceli daha eşitlikçi bir dünya arayışını sürdürmektir.
  • Son söz: Wallerstein’ın elbette boşluğu kolay dolmayacak. Görüşleriyle tam uyuşmasak da, eğer sol bir kimlik taşıyorsak daha iyi bir dünya için mücadele çağrısını yabana atmamalıyız. Ne diyordu usta düşünür: Kazanma şansımız 50-50. 50-50 şans az değil; oldukça çok.

Not: Bu yazıyı kaleme alırken büyük ölçüde; Türkçeye Aram Yayıncılık tarafından “Dünya Sistemleri Analizi” adıyla kazandırılan (2005) kitaptan ve Verso kitapları tarafından Wallerstein’ın ölümü ardından ilk kez İngilizce’ye çevrilen, “The Global Left”, “ Past, Present and Future” 4 Eylül 2019 başlıklı makaleden yararlandığımı söylemeliyim.