Mustafa Usene Yimam, Usenê Seydin damadıdır. Usene Seyid, 1937 baharında Halvori’de aşiret toplantısına katıldığı için sabah köyüne gelen bir takım asker tarafından alınır. Bir grup asker önde, Seyid ortada başlayan yürüyüş Xarput’un Buğday Meydanı’nda bir geceyarısı son bulur. Uşenen Seyid, Seyid Rıza, Fındık ve diğerleri dara çekildiğinden bir sonbahar sabahıdır.

20 Ağustos 1938 günü Heniyê Dızdu Dere Meyitu’da elleri bağlanan kafile içinde Mıstafa, yeğeni Imam Hesen ve tam yetmiş insan vardır. Weliye Uşenen Yimam kafileden sadece yüz elli metre uzaktır; Şüya Qole’de -çaresizlik içinde- olacakları izlemektedir. Sonra kadınları, çocukları, oğlu İmam Hesen’i, kardeşi Mıstefa‘nın çığlığını dinlemek zorunda kalır. Bu çığlıklar, sonradan o mıntıkanın en büyük ozanı olacak ozanın -hayatı boyunca- kulaklarından hiç gitmeyecektir:

“Heniyê Dızdu verde şin u şivano, Vengê bıraê mı Mıstefay têde beliyo”

(Heniyê Dızdu önünde çığlıklar
Kardeşim Mustafa’nın çığlığı içlerinden bellidir)

“Kemer ve mıro voro
Jê pepug u goyin gılê na kou de bıwanine”

(Taşlar yağsın başıma, Yaralı pepug kuşu gibi bu dağ başlarında öteyim)

“Çenêrıjiya bıraeni zora, gostê verê nenıkiyo”

(Evi yıkılasıca kardeşlik zordur, tırnak altındaki et gibi naziktir)

“Vano: bıra mereme
Mı ağırmakinaliya kafiri verde cameverde.
Bıra bexte bıraê xo de qolaê me vace
Mıno kardi nêro cigera xo
Bıraê xo de bare kerde..”

(Diyor kardeş kaçma. Beni kafirin ağırmakinalısı önünde bırakma
Kardeş, kardeşinin bahtı hakkında olumsuz düşünme
Ben bıçağı kalbime dayadım
Yarısını kardeşimle paylaştım)

Bahsettiği yüreğinin yarısı henüz küçük olan ve amcası ile katledilen oğlu İmam Uşen’dir. Oğlunu kardeşine emanet eder ve yüreğini kardeşi ile paylaşır. Yarım ve yaralı yüreği ile yanık ağıtlarını söyler. Düğünlere çağrılan Ozan, gecenin bir saatine kadar oyun havaları çalar, insanları eğlendirir, ilerleyen saatlerde ise ağıtlarını söyler, hem kendisi ağlar, hem de dinleyenleri ağlatır (Dersim Sözlü Tarih Projesi’nden).

Bu büyük ozan, Laç Deresi Ağıdı, Fındık Ağa’ya aıt, Seyit Hüseyin’in ağıdını da söyler. Tarih onu, bu büyük tertelenin kılamcısı olarak hafızasında bir yere kaydedir.

Büyük Weliye Uşene Yimam’ın yolunun mütevazi sürdürücüsü genç bir ozandır: Yılmaz Çelik, suyunu içtiği, ağıtlarını dinlediği halkının geçen yüzyılın sonundaki dertlerini, öfkelerini, isyanını ve suskunluğunu türkülere döker.
Ve onun payına da iki gün evvel hapse atılmak, türkülerinin susturulması düşer. Tarih akar gider değişir, nesiller kırılır, ozanlar kaydeder, yeni nesiller gelir, onlar da başka dillerce anlatılır. Ama talih hiç değişmez: Hiniye Dızdu’da donup kalmıştır sanki her şey..