Hoşgörü timsalliğinden ötekileştirmeye, ayrımcılığa ve ırkçılığa giden yolun adım adım döşendiği seçim arifesindeki Hollanda’da neo-faşist yapıların yükselişi ürkütüyor. Dünyanın her yanında olduğu gibi faşizm, en başta işçi sınıfını ve onun siyaset sahnesindeki temsilcilerini hedef alır. Wilders hareketi de tüm okları sola yöneltti.

Wilders faşizminin farkı

HAZIRLAYAN: ZAFER AYDOĞDU

Çeşitli sokak gösterileri ile gündeme gelen Hollanda seçim arifesinde. Birçok parti pandemiden kaynaklı zor koşullara rağmen kongrelerini yaptı, adaylarını belirledi. Seçimler 17 Mart’ta gerçekleştirilecek. Korona salgınından ötürü risk taşıyan gruplar 15 ve 16 Mart tarihlerinde oylarını erken kullanabilecek. Seçimlere 37 parti, 1579 adayla katılacak. Parti ve aday sayısı bir önceki seçime göre (2017) artmış bulunuyor.

10 yıldır iktidarda olan neoliberal politikaların temsilcisi Mark Rutte hükümeti, uygulamış olduğu sosyal devletin son kalıntılarını budayan politikalara rağmen popülaritesini koruyor. Sağ partilerin alamet-i farikası mıdır bilinmez, fakat soysal ve iktisadi sorunların tüm bir toplumu etkilediği bir dönemde (2008 Krizi’nin sonucunda insanların birçok haklarından feragat etmesine rağmen), halen neoliberal hareketin ve onun ikizi olan PVV (Özgürlük Partisi), son kamuoyu yoklamalarında ilk ikiye oynamaktadırlar.


Wilders hareketinin oluşumu ve yükselişi

90’lı yıllarda Hollanda’da özellikle liberal cenahta başlatılan İslam ve göçmenler politikası ile alakalı ideolojik tartışmalar, giderek hem solda hem de sağda (orta-sağ ve solunda gerilemesi üzerine) yankı ve taraftar buldu. Önceleri daha çok felsefi bir tartışma olan İslamiyet ve göçmenlerin Hollanda’daki konumu tartışmaları, siyasal söylemlere yansımaya başladı. Oysa Hollanda uzun zamandır göçmenlerin entegrasyonunu tartışarak, göçmenlerin çoğunluk toplum tarafından kabul edilmesi ve kendi kültürel değerlerini muhafaza ederek (anadilde eğitim gibi), uyum sağlamaları politikalarını idame etmekteydi. Avrupa genelinde de hoşgörülü yaklaşımıyla örnek bir ülke konumundaydı. Zaten tarih boyunca da çok kültürlü bir göçmen ülkesi olmuştur.

Yeni kuşak politikacılar, dünya sathındaki değişimler sonunda (örneğin ABD’nin yeni Ortadoğu politikaları ve Sovyetler Birliği’nin dağılması), göçmenlere yönelik politikalarda daha sağcı ve gitgide ırkçı (“beyaz adamı’’ temel alan etnik ve üstün medeniyet tezleri doğrultusunda) yaklaşımları ön plana çıkardı. Aynı zamanda Avrupa Birliği’nin iktisadi özelliğine rağmen, siyasal ve kültürel bir birlik olduğu söylenerek, ‘kimlik’ vurgusu öne çıkarıldı. S. Huntington’ın medeniyetler çatışmasının yayımladığı dönemlerde, bu tartışmalar Hollanda’da gündemi etkiledi. Bu bağlamda gerek Avrupa’nın gerekse Hollanda’nın ‘Yunan-Roma-Musevi ve aydınlanmacı hümanist’ bir geleneğe yaslandığına ve tüm diğer kültürlerle bağdaşmadığına vurguda bulundular. Bu söylemleri savunanlar, Türkiye’nin bir Avrupa ülkesi olmadığını düşünüyorlar. Wilders hareketi söylemlerini bu ideolojik damar üstüne kurguladı ve geliştirdi.

Geert Wilders (PVV) daha önce VVD’nin (Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi) bir milletvekiliyken, Türkiye’nin AB’ye üyeliği konusundaki fikir ayrılığından ötürü bu partiden ayrıldı (3 Eylül 2004). Meclis’te önce tek kişilik bir grup olarak devam etti (Wilders Grubu). 2006 seçimlerinde partisini kurarak (PVV) seçimlere katıldı. Bu seçimlerde 9 milletvekili kazanarak, parlamentonun önemli aktörlerinden birisi haline dönüştü. Wilders kendisini partiden çok bir hareket olarak görüyordu. Bu kavramı kullanması da manidar. Parti kongresi yapmayan, adaylarını parti liderinin belirlediği, hatta evlere giderek, ailelerini dahi yakından tanıdığı bir hareketle karşı karşıyayız. Bu parti 2009 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de başarı elde etti. Giderek yerel seçimlere de katıldı. Önce eyalet, sonra belediye seçimlerine katıldı. Hollanda siyasal hayatının önemli aktörlerinden birisine dönüştü. 2010’da kurulan koalisyon hükümetine dışardan şartlı destek verdi ve uygulanan neoliberal politikalara ve programa damgasını vurdu. 2017 seçimlerinde iktidara oynuyordu (kamuoyu araştırmaları bu yöndeydi). Mart 2021 seçimleri beraberinde nasıl bir sonucu getirecek, göreceğiz. Kamuoyu yoklamalarında avantajlı olduğu gözlenmektedir. Ayrıca sağda PVV için rakip olan FVD (Demokrasi için Forum, T. Baudet’in liderliğindeki) iç tartışmalarla (antisemitizm) dağılmaya yüz tutması ve gerilemesi, Wilders’e yaradı.

Neo-faşist bir hareket olarak Wilders hareketi

Dünyanın birçok ülkesinde ırkçı ve şoven faşist hareketler palazlanmakta ve yer yer iktidara talip olmaktadırlar. Hollanda’da öteden beri, önce yabancı düşmanlığı, sonra İslamofobik ve bugünlerde de yeni mülteciler dalgasına karşı estirilen ırkçılık gün geçtikçe yükselmektedir. Bu ırkçı, şoven hareketin başını çeken Geert Wilders ve kurduğu hareket, bir önceki örneklerinden (seleflerinden) daha farklı bir şekilde örgütlenmekte ve ileri sürdüğü savlarla da kendisini ayırt etmektedir. Çok sinsi ve daha akıllı bir şekilde kitlelerin aslında genel gelişmelerden dolayı (düzenin yarattığı sorunlardan) hoşnutsuzluğunu, farklı kökenden ve inançtan (özellikle de Müslümanlara) insanlara doğru yöneltmektedir. Ülkede yaşanılan sorunların nedeni olarak Müslümanlar koçbaşı olarak gösterilmektedir. Bu sayede egemenler muhtemelen Hollandalı kitlelerin kendilerine yönelteceği eleştirileri ve aldıkları önlemlere karşı direnmelerini kırmış bulunmaktadırlar. Tam da bu noktada Wilders hareketi tarihsel olarak faşizmin kriz dönemlerinde oynadığı rolü oynamaktadır. Tarihten tanıdığımız faşizmlere çok benzemektedir, ancak onlardan bile daha sinsi, daha kurnaz hareket etmektedir.

Yukarda altını çizdiğimiz tespit birçok siyasal çevreler (ortanın sol ve sağ partileri başta olmak üzere) tarafından bilinmesine rağmen, nedense bu çevreler halen Wilders hareketini ciddiye almaktan kaçınıyorlar. Bugüne kadar maalesef soldan Wilders’e yönelik ciddi bir cevap gelmedi. Bu da sol partilerin, başta da PvdA’nın (İşçi Partisi) Wilders’ten ne kadar çekindiğini gösteriyor. Aynı tavrı Pim Fortuyn (2002’de iktidara yürürken, suikasta kurban giden politikacı) döneminde de gördük. Dünyanın her yanında olduğu gibi faşizm en başta işçi sınıfını ve onun siyaset sahnesindeki temsilcilerini hedef alır. Wilders hareketi tüm oklarını sola yöneltmiştir. Müslümanlara yönelik saldırıları popülist duyguları kabartmaya yönelik olduğu halde, bu hareketin saldırdığı asıl düşünce, sol düşünce ve felsefi anlayıştır. Onların nazarında sol, Müslümanlara sahip çıkmaktadır. Ayrıca Müslümanların Hollanda’da barınmalarının sebebi solculardır. Sınıf temelli politikalar üretemeyen ve daha çok merkez sağa doğru savrulan sol, yükselen ırkçı ve faşizan partiler karşısında oy kaybediyor.

***

wilders-fasizminin-farki-839512-1.
Geert Wilders

Faşizmin tarihsel seyri ve Wilders’in seleflerinden farkı

WIlders hareketi 1980’li yıllarda yabancı düşmanlığı üzerine kurulmuş bir hareket gibi değil (mesela ‘Merkez Demokratlar’). Daha ince tezatlar üstüne kurgulanmış bir harekettir. Tüm eleştirilerini İslam’a yönelttiği izlenimini verse de, bu bağlamda fikir özgürlüğüne dayandığını iddia etse de temelinde yatan ırkçı ve faşist bir gelenek var. 1920’li ve 30’lı yıllardan tanıdığımız faşizmin türevleri ile birçok bakımdan örtüşmektedir. Hitler faşizmi de hâlihazırda var olan antisemitizme dayanan duygulara hitap ederek, Birinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan durum ve krizden ötürü, düzene yönelik devrimci mücadeleleri kırarak, kitleleri düzenle bütünleştiren bir alana çekmiştir. Nihayetinde de işçi sınıfı ve sosyalist hareket en büyük tahribatı bu dönemde görmüştür. Aynı tarzda Wilders ve Le Pen gibi aşırı ırkçılar zaten Avrupa’da tarihsel olarak kökleri mevcut olan ‘İslamofobik’ duygu ve düşünceleri kullanmaktadırlar. Başta neofaşist çevrelerin desteklediği hareket, düzene yönelik hoşnutsuzluklarını bir türlü yerleşik (geleneksel) siyasi partilere anlatamayan (ki bu partilerin de genellikle yoksul kitlelerin dertlerini duymadıkları, bir türlü en alttaki kitlelerle diyalog kuramadıkları da bilinmektedir), şehirlerin varoşları ve ilgisiz bırakılmış sınır kentlerinde yaşayan kitlelerden (işsizliğin ve her türlü toplumsal sorunların çözümsüzlüğe bırakıldığı) gelen ilgi ve destek ile büyümektedir.

Kuşkusuz literatürde birçok faşizm tanımlaması mevcut. Bunları tekrarlamayacağım. Wilders hareketinin en belirgin özelliklerinden birisi de uluslararası faşist hareketin bir parçası olmasıdır. Hem ABD hem de İsrail gibi ülkelerden finans çevrelerinden yardımlar aldığı bilinmektedir. Wilders, sistemin yalpaladığı, derin bir (yapısal) kriz içine düştüğü bir dönemde cereyan etmiştir (22 Şubat 2006). Adeta sistem için bir can simidi görevini üstlenmektedir. Wilders finans kapitalin bir oyuncağıdır. Solun önünü kesmek ve sınıf mücadelesinin düzene karşı yapacağı her eylem ve atılımı engellemek için kurgulanmıştır.

Özellikle ekonominin daraldığı, krizin derinleştiği dönemlerde, ırkçı ve aşırı sağcı hareketler canlılık kazanırlar; 1980’lerde ‘Merkez Demokratlar’ (Jan Maat), 1990’larda Bolkestein’in İslam eleştirisi (liberal cepheden), 2000’li yıllarda ise Fortuyn – Ayan Hirsi Ali ve daha sonra da Wilders bu silsilenin devamıdırlar. Elbette Verdonk gibi bu duruşları hükümete taşıyan ve resmi politikalara dönüştürmeye çalışan şahışları da unutmamak lazım. Bir taraftan kemer sıkma politikaları, kısıtlamalar, artan işsizlik diğer taraftan dünya sathında kapitalist emperyalist kampın krizinden çıkmak için başlattığı talan hareketlerine manivela oldu bu şahıslar. Aksi takdirde Ortadoğu ve Afganistan’da başlatılan savaş (ki yeniden paylaşım savaşları) kitlelere başka türlü kabul ettirilemezdi. O zamanlar gerek hükümet çevreleri gerekse de sosyal demokrat cenahtan birçok kesim Hollanda’nın bu savaşlara katılmasını savunmuşlardır. Ne de olsa, “ölümü gösterip sıtmaya razı olma gibi” bir durumla karşı karşıya kaldılar. Bir bakanın söylediği (daha sonra NATO genel sekreteri olan şahıs) “Irak bizim için Iraklılara bırakılmayacak kadar önemlidir” sözü, tüm bu sürecin emperyalist bir paylaşım süreci olduğunu özetlemiştir.

Radikalizm konusuna değinecek olursak, bugüne kadar Hollanda ve birçok Avrupa ülkesi tek taraflı olarak ve özellikle de İslami temeldeki radikalizme dikkat çekmiştir. Oysa Batı Avrupa ülkelerinde birçok bakımdan radikal gruplar mevcuttur. Birçok ırkçı hareket faşist ideoloji temelinde gelişmekte ve örgütlenmektedir. İşte Hollanda’daki Wilders hareketi, Fransa’da Le Pen, Belçika’da de Winter. Almanya’da Cumhuriyetçiler, Pegida, Macaristan’da Jobbik, Bulgaristan’da Atak vs. Her yerde aşırı – ırkçı – şoven hareketler bulunmaktadır. Bu hareketlerin mahiyeti birçok bakımdan ülkelerindeki gidişattan memnun olmayan, ‘ülkesinin elinden çekilip alındığını’ düşünen kitlelere hitap etmesidir. Wilders’in propagandası da bu düstur üzerinedir. “Hollanda’yı Hollandalılara geri vereceğiz”, “Hollanda İslam tarafından işgal edilmiştir”, “Biz iktidara geldiğimiz zaman, herkes konut sahibi olacak (çünkü Müslümanları göndereceğiz)”, “Daha az Faslı”, “Camileri kapatacağız”, “Hollanda’nın İslamlaşmasını durduracağız”, “Kuran faşist bir kitaptır, yasaklanmalıdır”, “İslam çok geri, dünyaya egemen olmak isteyen sapık politik bir ideolojidir”, “İslam’a Hollanda’da yer yok”, şeklindeki sloganlarla, düzenden hoşnut olmayan binlerce insana hitap etmektedir. “Daha az Faslı, ki onu da biz gerçekleştireceğiz” düşüncesiyle, Wilders gerçek niyetini açıkça belirtmiştir. Peki Wilders acaba bu düşüncesini nasıl gerçekleştirecek? İnsanları kamplara mı hapsedecek veya geldikleri ülkelere geri mi gönderecek? Her halde sadece sınırları kapatarak, duvarlar örerek başaramayacak tüm bunları? Bir örnek vermek gerekirse, bu harekete bağlı yan platformlar ve kurumlar kurulmakta. Hem parti hem de bu kurumlar, başta Müslümanlar olmak üzere, sol örgütleri takibe almaktadırlar. Diğer taraftan da birçok provokasyon ve sansasyon içeren eylemler gerçekleştirmiş (filmler, kitap yakma, karikatür vs.).

Yarın: Neo-faşizme karşı izlenen mücadele hattı