Will Smith’in Oscar töreni sırasında Chris Rock‘a attığı tokat, yılın en önemli magazinsel olaylarından biri oldu. Genelde Oscar törenleriyle ilgilenmem ya da magazin haberleriyle, ama olayla ilgili yazıları takip ettikçe, meselenin derinliği ilgimi çekti. Öncelikle olayın iki siyah arasında geçmesi, mizahım sınırları, şiddetin meşruluğu gibi üzerinde durulacak pek çok başlık vardı. Bir de üstüne Zelensky‘nin törende konuşma yapma arzusu ve Sean Penn‘in bu amaçla yürüttüğü kampanya da ilginçti. Ama daha ilginci, törene katılanların önemli bir çoğunluğunun verecekleri tepki konusunda yaşadıkları kafa karışıklığı olsa gerek. Will Smith de önce ailemi korudum gibi bir şey söylese de hemen ardından çok ciddi bir şekilde özür diledi, tıpkı önce espriye gülüp sonra tokat atması gibi. Referanslar ya da ilkeler olmadığında ya da belirsizleştiğinde, bir fikre sahip olmak imkânsız.

Öncelikle, herkes bunun bir şaka olduğunu sanmış, Will Smith küfür ederken bile… Bu olayla ilgili en net görüşe sahip olanlardan biri Pedro Almodovar oldu. Bazılarının bu olayın törendeki en gerçek an olduğunu söylemesine de, işin içine şeytanın karıştırılmasını da katılmıyordu. Leş yemeye hırslı olanlar için şüphesiz bu gecenin en önemli olayıydı diye açıklama yapmıştı. Yine bazı kişiler, Oscar törenlerinin artık eskisi gibi izlenmediğini, kendini beğenmiş, sıkıcı ve saçma bir töreni, yaşanan bu olay gerçek hayatın içine kattı gibisinden açıklamalar yapmıştı.

***

Şu bir gerçek, Oscar töreninde bir siyah bir siyaha tokat attı. Tokat atan beyaz olsaydı ya da Chris Rock’ın yerine bir beyaz olsaydı ya da her ikisi de beyaz olsaydı, verilen tepkiler nasıl olurdu? Will Smith’i Trump’a benzetenlerden, Oscar töreninde böyle davranan biri kesin eşine de şiddet uyguluyordur diyenlere kadar çok ciddi bir linç kampanyası ortaya çıktı. Will Smith’in çocukluğuna kadar inildi ve onun şiddete yatkın olması travmalarıyla açıklandı. Siyahların neden daha çok cezaevine girdiği üzerine de benzer yorumlar yapılıyor, sanki hiçbir şey toplumsal sistemle ilgili değilmiş de bireysel trajedilerle ilgiliymiş gibi. Örneğin kimse, Marion Brando adına ödülü alan Kızılderili’ye saldırmaya çalışan John Wayne’in çocukluğuna inmemiş, ödülllerinin geri alınıp alınmaması konusunda bir tartışmaya girmemişti. Ya da bir çocuğa cinsel saldırı suçlaması yapılan Roman Polanski’ye ödül verilirken de akademide etik bir tartışma yaşanmamıştı. Amacım Will Smith’in davranışını savunmak değil elbette, siyahlara uygulanan çifte standardın bariz bir örneğiyle karşılaşmış olmak. James Baldwin, “Beyaz nefretin kaynağı, derin ve dipsiz bir korkudur” diye yazmıştı. Bu olayın, töreni izleyen beyazlar için küçümseyici olduğu kadar endişe verici olması da bu derin korkunun hatırlatılmış olmasıydı. Bir yandan, bir kadın oyuncunun diğer bir kadına ödül töreni sırasında tokat attığını hayal etmek de pek güç, yani meselenin önemli bir boyutunun ‘erkeklik’ meselesi olduğu bir gerçek.

Ama meselenin asıl özü, bu olayın bu denli geniş yığınlar tarafından ilgi çekici bulunmasıydı. Demek ki, şiddete, erkekliğe, sınırlara dair yeterince söze dökülmemiş bir gerilimi ortaya çıkardı bu durum.

Bu olay, neden pandeminin hemen sonrasındaki ilk Oscar töreninde yaşandı? Eskiden bir siyah böyle rahatça Oscar töreni sırasında şiddet uygulayabilir miydi? Bu rahatlığın anlamı neydi? Bu köşede sık sık dile getirdiğim gibi referans noktalarını yitirmiş bir toplumda, gerçeğin ölçüsü yalnızca kişinin kendisine dönüştü. Kurumlar ve sınırlar anlamını yitirdi. Herkes önce kendisi için doğru olmaya çalışıyor. Bu çağın öznesinin nevrotik değil, psikotik olmasının nedeni de bu.

Will Smith, geçmiş travmalarının arkasına saklanamayacağını ya da aile, erkek gururu gibi şeylerle yaptığı davranışı meşrulaştıramayacağını anladığı için olsa gerek özür diledi. Zaten o davranışı bu nedenlerle yapmadı, sadece gösterinin bir parçasıydı. Gösteri amacına ulaştı. Gösterinin anlamı ve önemi üzerine önümüzdeki hafta düşünmeye devam edeceğim.