Olaylar dizisinin ilk düğümünü “Marina fotoğrafı” attı. Susurluk hadisesinde, devlet-mafya ilişkisini gösteren fotoğraf kaza sonucu önümüze düşmüştü. Marinacılar ise, göbeklerini gere gere ve sırıtarak poz verdikleri fotoğrafı kendileri önümüze koydular.

Ya ağzın açık seyredeceksin ya da tekmeyi basacaksın

AYDIN ÇUBUKÇU

Bir siyasetçiyi, askerlik uzmanını ya da günümüz modasına uyarak söyleyecek olursak “suç örgütü liderini” satranç oyuncusuna benzetmek, onun zekâsına yapılan bir övgü sayılır. Art arda birkaç hamleyi, karşı hamleleri de hesaplayarak oynamak, herkesin becerebileceği bir iş değildir. Satrançta bunu başaran büyük ustalar vardır ama hayatın karmaşık, sayısız unsurlu ve bilinmezliklerle dolu süreçlerinde her adımı bütün karşı olasılıklarıyla düşünerek atmak hiç de kolay değildir, hatta imkânsızdır. Hayat oyun değildir.

Ancak kapalı bir sistem içinde; sayılabilir ve bir kurala göre işlediğinden emin olduğumuz durumlarda bu mümkündür. Komplocu için sorun bu yüzden basittir. Tıkır tıkır işleyen bir plan yapmak için hayatı karmaşık ve denetlenemez unsurlardan arındırmak gerekir! Ama işte bu yüzden, komplonun hedef aldığı kişi ya da toplumlar açısından olay tümüyle anlaşılamaz, karmaşık ve gizemli bir hal alır. Olup biteni anlamak için kafa patlatmaktansa, mecburen başka komplo teorilerine itibar artar... Ortalıkta dedikodudan, uyduruk haberlerden, şaşırtmacalardan geçilmez. Gerçek iyice örtülür, sonra kanıksanır ve unutulmaya terk edilir.

BU NASIL SATRANÇ?

Japon sanatçı Takako Saito’nun “Denge Satrancı” adlı eserinde, hiçbir ustanın üzerinde oynamayı göze alamayacağı bir satranç tahtası betimleniyor. Oyun tahtası ürkütücü bilinmezliklerle dolu. Karelerin hepsi aynı renkte ve sürekli yer değiştiriyorlar. Taşların hiçbirinin gerçek kimliği bilinmiyor. Her biri, bir diğeri gibi hareket edebilir. Kaleler at, piyonlar fil yerine kullanılabilir.

Hiçbir kombinasyon kurulamaz, hiçbir hamle önceden kestirilemez. Önceden belirlenmiş kuralların hiçbiri geçerli değildir. Oyuncular görünmez; burada sadece biz, resme bakanlar ve bu karanlık tahta vardır. Anlarız ki, rakip seyircilerdir. Taşlardan biri ansızın beklenmedik bir hamle için kullanılır ve seyircilere mat oldukları söylenir! Kendilerinin oyunla ilgilerinin olmadığını söyleme hakkına sahip değillerdir ve oyuncu olmadıkları halde nasıl mat olduklarının açıklanmasını isteyemezler.

Bu, yasalardan, kurallardan bağımsız, daha doğrusu, kuralları yalnızca meçhul oyuncunun belirlediği ve her an yalnızca kendisinin bildiği kuralları değiştirebildiği bir oyundur. Komplo politikasının özüdür bu.

Son dönemde yaşadıklarımız, tam olarak parçaları birbirini tutmayan bir puzzle gibi görünüyor. Hangi parçanın nereye ekleneceği konusunda hiçbir ipucu bulunmuyor. Masa sürekli karışıyor ve aradığımız parçalar masanın üzerindeyse bile bir anda gözden kayboluyor, onun yerine ilgisiz bir parça konuluyor.

Böyle bir oyunun nasıl gelişebileceğini geçmişteki oyunları inceleyerek kestirebiliriz. Çünkü komplocu yaratıcılıktan yoksun bir şabloncudur. Hamlelerin dizilişini, kullanılan araçların rolünü kendisinden önceki üstatlardan ezberlemiştir. Karışıklık yarat, korku sal, sığınılacak tek kucağın seninki olduğuna inandır, rakiplerini suçla... Elbette bütün bu işler, verili koşullarda yapılır. Karışıklık yaratmaya uygun hareket unsurları bulunur, “korku iklimi” oluşturmanın tarihte denenmiş usulleri zaten kataloglarda yazılıdır, suçlanmaya hazır pek çok muhalif hazırda tutulmaktadır.

GÜNE NASIL BAŞLADIK?

Olaylar dizisinin ilk düğümünü “Marina fotoğrafı” attı. Susurluk hadisesinde, devlet-mafya ilişkisini gösteren fotoğraf kaza sonucu önümüze düşmüştü. Marinacılar ise, göbeklerini gere gere ve sırıtarak poz verdikleri fotoğrafı kendileri önümüze koydular. Fotoğraftan heyecanlanan biri şöyle yazdı: “Türk Devleti ilelebet var olsun diye her zorluk ve meşakkati göğüsleyen, zindan dâhil bu uğurda en ağır bedelleri ödeyen kahramanlarımız: Alaattin Çakıcı, Mehmet Ağar, Engin Alan, Korkut Eken.”

Bu fotoğraf, çok açık bir meydan okumaydı, ama kime ve ne sebeple meydan okuduklarını anlamak, hâlâ mümkün değil.

Ekibin ikinci resti, Adalı cinayetini apaçık üstlenmeleri biçiminde geldi.

Sonra sahneden çekildiler. Marina grubu dağılmış gibi görünüyor. Başlıca kuvvetler, Yalıkavak Marina’nın yönetiminden istifa ettiler, bir diğeri Kıbrıs’a kiralık katil götürdüğünü itiraf etti ve gözden ırak bir yere sindi, bir diğeri Kıbrıs’a tatile gönderildi! Tıpkı karanlık satranç tahtasında, ya da parçaları karıştırılıp kaybedilmiş puzzleda olduğu gibi... Düğüm, kördüğüm olarak kaldı.

Ardından, Susurluk fotoğrafında görünmeyen bir başka etken, farklı bir oyun tahtasında sahneye çıktı. Teorik olarak, bunların tümünün ardında “tekelci burjuvazinin” olduğunu zaten bilir söyleriz. Fakat karmaşık mali sorunlar cangılında, para akışının akıl almaz labirentlerinde dolaşan “muteber iş adamları” ile itibara değmez oldukları “sonradan anlaşılan” karaparacılar birlikte ve fena halde ortaya döküldüler.

Peki, bunlar birbirine bağlı mıdır? Marina’dan Caracas’a uzatılmış bir ip hayal edebiliriz, ama SBK Holding bunun neresinde duruyor? Kıbrıs neden bir sorundur ve öyle kalması gerekiyor? Suriye’nin yağmalanmasıyla Çin’den gelen aşıların paraya tahvil edilmesinden gelen mangırların aynı muhasebecinin defterine kaydedildiğini düşünmeyen var mı? En baba “komplo teorisyeni” her kimse ona sorsak, bize sıkı bir açıklama yapabilir mi?

Ve nihayet Deniz Poyraz neden öldürüldü? Suriye bataklığında yetiştirilmiş alçak, kendi başına mı ava çıktı? “Dur bakalım daha neler olacak” lafını edenin bu işten haberi mi vardı, yoksa o bir kâhin mi?

“Denge Satrancı” bütün karalığı ve karanlığı ile önümüzde duruyor. Hiç kimsenin kendisini görmediğini sanan oyuncu, bir süre sonra bize, “mat oldunuz” diyeceği anı bekliyor.

GÜN NASIL BİTECEK

Bu bir akıl oyunu değil. Bu zorbalığın, kuralsızlığın, sahtekârlığın ve ahlaksızlığın hâkim olduğu bir savaş ilanı.

Komploların gizini çözmek için kafa patlatmanın, çene yormanın elbette çok yararı var! Günümüzün “Türk Tipi” denilen mekanizmanın işleyişini sağlayan enerjinin kokuşmuş bir gübrelikten geldiğini görüyoruz en azından. Elden geldiği kadarıyla aydınlatma çabasını sürdürmek, aynı zamanda bir ahlak meselesi halini almış durumda. Canını dişine takarak iplik iplik dosya peşinde koşan bir avuç gazetecinin, az sayıda devrimci, demokrat siyasetçinin çabaları, sonunda bir karar noktasına doğru ilerliyor olmamıza büyük katkı sağlıyor.

Ya bu saçma sapan oyunu hep mat ola ola seyredeceğiz, ya da tahtasıyla, taşlarıyla, oyuncusuyla, oynatanıyla tekmeleyip yıkacağız!